0 %

Paragraf Yorumları

Yorumlar yükleniyor...

Yorum Yap

20. BÖLÜM

Yazı Boyutu
100%

20. SIRTIMDAKİ BIÇAK.

Gündüz nerede olduğunu anlamadığın korkularının gece bir anda ortaya çıkması kadar beklenmedik olmuştu abimi görmek.

Bu yüzden hareket edemediğim saniyeler geçirdim ve abim Noah, halimi anlıyormuş gibi koltuktan kalktığında hayalet görmüş kadar irkildim. Onu çok seviyor olmamın birbirinden farklı sebepleri olsa da en belirgin olanı, bana her zaman onun her şeyiymişim gibi bakmasıydı. Senelerin ardından gözlerinde o bakışla bana yürüdüğünü görmek, acılarımı askıya alıp kalbimi yumuşattı.

"Abi…”

Kollarını açtı. "Karmen?"

Kendimi uçarken buldum, ayaklarım birkaç saniye yere değmedi ve vücudum abimin kolları arasına girdiğinde etrafıma güven veren ellerini sardı. Ayaklarımı bir daha yerden kesecek şekilde beni kaldırıp etrafında döndürürken, "Kardeşim," dedi coşkuyla. "Seni öyle çok özledim ki."

"Abi! Abi burada olduğuna inanamıyorum!" Yüzüm boynuna gömülmüş haldeyken Türkçe konuştuğumu fark ettim ve hemen sonra İtalyan'ca tekrarlayıp yanağından öptüm. "Hayal mi görüyorum? Yoksa gerçekten sen misin?" Kafamı biraz geriye çekip yüzüne bakarken ellerimi de gerçekliğinden emin olmak için omuzlarında dolaştırdım. "Noah, bu gerçekten sensin. Yanıma geldin, beni buldun."

"Çok bile geç kaldım," diyerek ellerimi tuttu ve sırasıyla öpüp beni tekrardan göğsüne bastırdı. Yüzüm ütüsü bozulmuş beyaz gömleğine yaslandı ve aşinası olduğum parfüm kokusunu duyumsadığımda kıkırdadım. "Kızım, bebeğim, güzelim... Ne kadar zayıflamışsın, inanamıyorum sana."

Beni fiziksel olarak da parçalamış olan acıyı hatırlamamla beraber gülümsemem kayboldu. Yaşamımı devam ettirsem bile sahip olacağım sevinç ve mutluluklar hep bu kadar kısa sürecekti. Noah sessizliğimin farkında şekilde omuzlarımdan tutup beni geri çekti ve, "O çok güzel," dedi. "Yeğenim çok güzel Karmen."

O çok güzel... di.

Hayır. O hâlâ çok güzel.

Kardeşimin Karina sandığı Nil'e dönünce meraklı bakışlarıyla kuşatıldım. Mavi gözlerini açmıştı. Sonra Yaman ile Gece'ye kısaca göz gezdirdim, abim olduğunu anlamış olsalar da tetikte görünüyorlardı. Noah'a tekrar dönüp elinden tuttum ve merdivene çekerken, "Yukarıda konuşalım," dedim. 

"Dur," diyerek güldü ve Nil'e dönüp eğildi. "Yeğenim neden İtalyan'ca bilmiyor? Türkçe karşılıklar veriyor ama çoğunu anlamadım." Nil'in saçlarını okşayıp hayranlıkla izledi. "Ona neden İtalyan'ca yerine Türkçe öğrettin ki? O bir İtalyan, bir Russo."

Gece, az çok anladığı kelimelerden bir cümle çıkarmaya çalışarak bana baktığında parmağımı dudağına bastırıp sessiz kalması gerektiğini gösterdim ve sonra Noah'ı bir daha salondan uzaklaştırmayı denedim. "Abi, seninle konuşmamız gerekiyor. Yukarıya çıkalım."

Noah, bu kavuşmanın ortasında yeşeren gerginliğime anlam veremeyerek bana dönerken, "Burada konuşalım işte," dedi. Sonra yüzüme baktığına, burada olduğuma inanamıyor gibi yeniden yaklaşıp alnımdan öptü. "Bu ne zayıflık, yüzün çökmüş adeta. Üstelik... Kıyafetlerin falan hiç senin tarzın değil, moda anlayışın mı değişti?"

"Kaymen," dedi Nil, koltuktan kalkıp karnıma vururken. "Bu kim?"

"Karmen mi?" Noah gülerek onu tekrarladı. "Sana adınla mı hitap ediyor? Anne demiyor mu?"

Kafası karışmış küçük tırtılıma yumuşak bir ifadeyle bakıp, "O benim abim," dedim. "Adı Noah."

"Haa..." tekrar Noah'ı, uzun boyunu, üzerindeki takımı süzüp kıkırdadı. "Bana Kayina diyor. Nil diyoyum anlamıyor." 

Onu koltuğa oturttum ve abimi üst kat yerine evin dışına sürüklemeye başladım. Yaman ile Gece'ye göz atıp kapıdan çıkarken, Noah hâlâ Nil'e bakıyordu. Verandada yıllardır korumamız olan adamı yeniden görünce kendi malikanemizden çıkmış gibi hissettim bir an. Basamakları indik ve Noah bu kez taşları yerine koymaya çalışır gibi beni izlerken arka bahçeye geçtik. Karşısında yer alıp ellerimi göğsünde tutarken, "Beni nasıl buldun?" diye sordum.

Ve böylece bir fırtına gelip oturdu gözlerine, bana böyle baktıklarında yanlış bir şey yapmış olduğumu sezerdim. "Bir kere sesini duyup telefon numaranı bulduktan sonra gerisi kolay oldu," dedi, ben kazandım der gibi bir ifadeyle. "Telefonundan gelen son sinyali burada yakaladım. Bir helikopterle gelmem de birkaç saat sürdü."

Doğru, geçen gece onu bu evde aramıştım, birkaç dakikadan fazla konuşmuştum. O konuşmamızın hatırlattıklarıyla, "Sana gelmemeni söylemiştim," dedim, her ne kadar onu gördüğümde çılgına dönsem de. "Mark'ı gözetlemeni, onu izlemeni istemiştim Noah. Sana ben geleceğim demiştim, neden dediğimi yapmadın?"

"Mark'ı gözetleme işini Dante ile Salvador'a bıraktım."

"Onlar da... biliyor mu beni bulduğunu?"

Azarlayıcı bir tınıda, "Tabii ki," dedi. "Onlara seni alıp geleceğimi söyledim. Gelmek istediler ama senin bana verdiğin görevi onlara devrettim diyebilirim. Mark'ı gözetliyorlar." Ellerini kumaş, siyah pantolonunun ceplerine koydu. "Ne istersen, dersen sorgulamadan yaparım ama Mark'ı, eski sözlünü neden izlememizi istedin?"

Bu konunun üzerinde durmak parçalanmamıza sebep olacağı için, "İçerideki kız," dedim. "Benim kızım Karina değil. Bir... yakınımın kızı." Kalbini kırdığım birisinin.

Durumu garipseyip, "Karina nerede?" diye sordu.

Ayağımı yerdeki toprağın üzerine sertçe bastırdım. "Yok."

"Yanında mı yok? Nerede?" Örtülü bir panik ifadesiyle etrafına bakındı. "Onu bir yere götürdün de dönüyor muydun?"

"Hayatta yok," dedim.

"Ne?" dedi daha sessizce. "Karmen, anlamıyorum."

İlk kez yüksek sesle, "Karina öldü," dedim ve ayağımın altındaki çiçek tamamen yok olana kadar ağlamamayı başardım. "Kızımı kaybettim abi."

Başımı kaldırıp gökyüzüne baktım. Yeniden ölmek için yağmurlu bir gündü. Eh, en azından gök gürültüleri tabiatıma uygundu.

"Bu nasıl şaka?" dedi Noah, geriye doğru sersemleyerek. Şok onu kemiklerine kadar sarsmış olmalı ki ellerini cebinden çıkarırken titriyordu. "Ne ölümü? Karmen, senin kızın üç yaşında. Ne ölmesi? Neden ölsün? Benim yeğenim... Beni kandırıyor musun? Kötü bir şaka mı yapıyorsun?"

"Öldürüldü," dedim. Doğrusu öldürüldük. 

Gerçeklik körlemesine şekilde Noah'ın hayatına daldığı için şaşkınlığı yenemedi. Elleri iki yanında sallanırken vücudu olduğu yerde kontrolsüzce titredi. Abim o an hayatta kalmasını sağlayan şeyin nefes almak olduğunu unutmuş gibi tutmuştu nefesini. "Ne diyorsun?" diye kükredi. "Yalan söylüyorsun! Bir nedenden ötürü onu bizden saklıyorsun! Doğruyu söyle, Karina nerede?"

"Mezarda," dedim kekeleyip gözlerini odaklamaya çalışırken. "Mezarı küçücük. Bir adımım kadar. Bir metre."

Kafasını iki yana sallayarak etrafında dönmeye başladı. Topraklı, küçük çiçeklerin üzerinde bir adım gidip iki adım gelmesini, ellerini saçlarından geçirip savurmasını izledim. Yumruğunu ağzına koyup çekti ve gömlek yakalarını tutup çözmeye çalışırken, ağzından kesik iki üç soluk çıktı. "Kim?" Dedi önce sessizce ve sonra bağırarak. "Kim?" Üzerime gelip beni omuzlarımdan tuttu. "Ne zaman? Kim yaptı? Neden gelmedin? Neden hiçbir şey söylemedin Karmen!"

"Sekiz ay oldu," dedim. Ben onu kaybedeli bu kadar olmuştu ve o bu sekiz ayın yirmi üç gününde cehennemde, sonra cennette yaşamıştı. "Organ kaçakçıları tarafından kaçırıldı, meğer arkasında Mark varmış. Onu aldattığım için intikam istemiş benden."

"Sen... Ağzından ne çıktığını biliyor musun?" Sesi yaşadığı acıdan küçüldü. "Mark... Seni nasıl buldu ki? Biz senelerce yapamadık! O sekiz ay önce seni nasıl buldu?"

"Bilmiyorum," dedim dudaklarım sızlarken. "Ben aylardır organ kaçakçılarının kaçırdığını sanıyordum, daha yeni öğrendim Mark'ın yaptırdığını." Noah'ın gözlerine tutunmaya çalıştım. "Size ulaşmaya çalıştım, yalnızca babamın numarası aynıydı, onu defalarca aradım ama telefonlarıma çıkmadı. Siz... bir iz bırakmamak için zaten telefonlarınızı sürekli değiştiriyordunuz. Size de ulaşamadım, Karina kayıpken gelemedim de İtalya'ya, onu burada bırakamadım, her an bir haber gelebilirdi..." geldi, ölüm haberi.

"Babama tabii ki ulaşamazsın!" Noah acı çekerek fısıldadı. "Babam felç geçirdi. Senelerdir konuşamıyor!"

Noah'ın göğsüne doğru sendeledim. "Efendim?"

"Babam, kalp krizi esnasında felç geçirdi." Abimin gözleri kıpkırmızı oldu ve kendisini o kadar sıktı ki, bakışlarında bir buğu oluşmaya başladı. "Sen gittikten birkaç ay sonra oldu. Telefon aldı. Deli gibi seni arıyorken Berlin'de cesedinin bulunduğu haberini verdiler babama. Yemek masasındaydık, bir anda oturduğu yerde taşa dönüştü, elindeki çatal düştü ve kalp krizi geçirmeye başladı." Hıçkırarak yüzünü önüne eğdi. "Hareket edemiyordu, bir ambulans çağırdık ve hayatta kaldı ama... vücudunun sol tarafını hareket ettiremiyor, doğru düzgün şekilde konuşamıyor."

Vücudum birisi beni itiyormuş gibi Noah'ın göğsüne tamamen yapıştı ve ıslanmış yüzüm gömleğine değerken, "Babama n'aptım?" Diye fısıldadım. "Noah, ben babama n'aptım?"

Nefes alamıyormuş gibi bir ses çıkarıp, "Babam hayatta, seni gördüğünde dünyalar onun olacak," dedi emin şekilde. 

"Öldüğümü sandı, üzüntüden oldu," dedim sayıklayarak. 

"Sen bize ulaşamadın," dedi Noah, sırtımı okşayarak. "Ama Mark sana ulaştı öyle mi? Çok kuşkulu, çok... Biz seni her yerde arattık, ülke ülke izini sürdük..."

"Babamı istiyorum," dedim kafamı şiddetle sallayarak. "Babamı görmem lazım, ben hemşireyim, ben bilirim..."

"Mark yeğenimi öldürdü," dedi Noah, kollarımdan çıkıp birkaç adım geri giderken. Kalbi, birisi dışarıdan tutup çekiyormuş gibi hareket ediyordu. "Küçücük, masum yeğenimi... Bizim bebeğimizi öldürdü öyle mi? Sen yalnızken, en savunmasız anında ağına düşürdü. Ayağına kadar gittik, sözü bozduğun için ondan af diledik... Affetmediğini söylemek yerine yüzümüze güldü ve sonra... Ben şimdi, dünyayı onun ayaklarının altından alacağım."

Abimin yanına kadar gidip en savunmasız halimle ona sarılırken, "Sizi çok aradım," dedim ve boğazımdaki düğümden kurtulmak için hıçkırdım. "Kızıma o kadar kötü davranmışlar ki Noah, doktorlar eziyet görerek öldüğünü söylediler. Üs... Üstelik en son boğarak öldürülmüş, onu boğmuşlar abi. Küçücük kızımı..."

"Sus," dedi acı çektiği için ve kollarını daha sıkı şekilde bana sardı. "Nasıl dayandın buna? Sen sekiz ay boyunca nasıl... Yapmayacaktın! İzini kaybettirmek için o kadar uğraşmasaydın her şey daha kolay olacaktı Karmen! Seni daha kolay bulabilirdik! Neyden korktun da yaptın bunu?"

"Carlos'un bulmasını istemiyordum, Mark'ın yapabileceklerinden de endişe ediyordum." Elim gözlerimde dolaşarak gözyaşlarımı sildi. Ta ki abim bunu benim için yapmaya başlayana kadar. "Sizden değil, onlardan uzak kalıyordum. Gerçekten geriye dönecektim, ailemi terk etmemiştim. Fakat korktuğum gerçekleşmiş, Mark gerçekten intikam için peşime düşmüş."

"Bebeğin Carlos'tan olduğunu öğrenememiş," dedi eğilip sildiği gözlerimden öperken. "Öğrenseydi onu da öldürürdü ama piç hâlâ hayatta. Nasıl oldu da öğrenemedi? Senin burada olduğunu nasıl öğrendi? Acaba birisi mi haber uçurdu, tesadüfen mi öğrendi?"

Bakışlarımı kaçırdım. "Carlos'tan olduğunu anladınız mı?"

"Evet," derken canı çok yanıyordu. "Onu, sırf Karina'nın babası olduğu için hayatta tuttuk. Fakat artık ölebilir. O da Mark'ta."

Eskiden Carlos'a bir şey olmasından korkan kalbimde şimdi bir ürperti bile olmadı.

Telefonunu çıkardığını fark edene kadar elinin yanağımdan ayrıldığını anlamamıştım ama parmakları tuşlarda gezinince, "Kimi arıyorsun?" diye sordum.

"Abimi." Abimi dediğine göre Salvador olmalıydı, Dante'ye nadiren abi derdi. "Mark'ı paketlesinler."

"Hayır," dedim aceleyle, hızından korkarak. "Şimdi olmaz. İtalya'ya döndüğümüzde yapacağız. Henüz bir şey sezmesini istemiyorum, onun karşısına aniden, beklemediği anda çıkacağım."

Bağırarak, "Hemen bugün İtalya'ya döneceğiz zaten," dedi.

“Bugün olmaz," dedim, sebeplerimden ötürü.

"Neden? Burada kalman için bir sebep yok. Gideceğiz. Sana da..." sağ gözünden hızlı bir damla yaş düşünce durup soluklandı. "Bir şey olmasına izin vermeyeceğim. Yaşadıklarından sonra hâlâ karşımda, aklını kaybetmemiş halde durduğuna bile inanamıyorum. Bundan sonra seni asla yanımdan ayırmayacağım."

Aklımı kaybettim...

"Yapmam gereken son bir şey var Noah." Yanıma, Nil'i salladığım salıncağa tek parıltım olan gözyaşlarımla baktım. "Onu yaptıktan sonra gidebiliriz. Yarından sonra."

Gözbebeklerine garipçe bir duygu oturdu. "Ne var? Ne yapacaksın?"

"İçerideki kız, Nil," dedim. Onunla son günümüzdü. "Onu ailesine götüreceğim."

"Bunun için niye yarını bekliyoruz?" diye sordu. Gözünden bir iki damla daha düştüğü için derhal kafasını önüne eğdi. "Götürüp verelim. Sonra da basıp gidelim."

Deren'i, bu dünyada canını en çok yaktığım insanı düşünerek acıyla yüzümü kırıştırdım. "Bugün olmaz. Yarın vermem gerekiyor."

"Kimin kızı o? Neden seninle? Arkadaşının falan mı?"

"Boşver, bunların bir önemi yok," demek zorunda kaldım. "Yarın gece döneceğiz. En geç sonraki gün." Noah'ın başını çenesinin altından tutarak kaldırdım ve yüzündeki yaşları sildim. Bana göstermemeye çalışsa da ağlıyordu. "Söz veriyorum abi. Lütfen yarına kadar bekle."

"Seni mahveden bu yerden alıp götürmek istiyorum, anlamıyor musun?"

"Ben de buradan gitmek istiyorum." Çok büyük parçamı burada bırakacak olsam da. 

Bileklerimden tutup yüzüne değen ellerimden öptü.

"Fotoğrafı var mı?" dedi kıpkırmızı gözlerle.

"Karina'mın mı?"

Yalnızca başını salladı. 

Dünyaları kaybetmiş görünen gözlerine karşı aynı hisle bakıp kendi gözlerimi sildim ve onunla eve yürüdüm. Verandayı çıkıp kapıyı açtığımda Gece'nin Nil'i oyaladığını gördüm, girdiğimizde bize döndüler. Nil meraklı şekilde abime bakarken, Noah yüzünü kaldırmadan yanımdan geçti ve yere çarpan adımlarıyla üst kata çıktı. Nil ayağa kalkıp yanıma koşarken, "Abin de çok yakışıklı," dedi.

"Benden de mi?" dedi Yaman, gerginliği biraz yumuşatarak.

Nil ona dilini çıkarıp bacağıma sarılınca, Noah'ı tanımanın şaşkınlığıyla benimle olan küstüğüne ara verdiğini anladım. "Sen de çok güzelsin," diyerek güzelime sarıldım ve hazır izin veriyorken yanaklarından öptüm. "Aç mısın?"

Karnına vurdu. "Tokum. Çoyba içtim."

Onu Gece ile bırakıp abimin ardından üst kata çıktım. Odaya girmiş, yatağımın kenarındaki bir noktaya bakıyordu. Neye baktığını hemen anladım ve ilerleyip komodinde duran çerçeveyi aldım, kardeşimin yanına yürüdüm. "Karina?" dedi, anlayarak. "Karina mı o?"

"Evet," dedim duygulu sesle ve herkese sorduğum soruyu ona da hevesle sordum. "Çok güzel değil mi?"

Çerçeveyi alıp fotoğrafa yakından bakarken başını salladı. "Çok çok güzel."

Kızım ile abimin tanışmasını izlerken parıltılı şekilde gülümsedim. Tabi bu parıltıyı sağlayan gözyaşlarıydı.

Yatağın kenarına tutunarak oturdu ve gözlerini Karina'dan ayırmadan, "Aman Tanrı'm," diye fısıldadı. "Aman Tanrı'm, ona yalnızca fotoğrafından mı bakacağım? Canınızın bu kadar yandığı aklımın ucundan geçmiyordu. Sadece kaçtığını ama iyi olduğunuzu sanıyordum."

Yanına oturup son kez yüzümdeki yaşları sildim ama durmadan yenisi akıyordu. "Onu çok seviyorum Noah ve o kadar canım yanıyor. Kelimelere dökemeyeceğim, yaşamadan anlaşılmayacak bir acı bu. Onu böyle kaybetmek daha çok acıtıyor, keşke acı çekmeden kaybetmiş olsaydım. Hem o kadar ağlamamış olurdu." 

"Doğru ya Mark kaçakçılık yapıyordu." Parmakları Karina'nın artık yalnız fotoğraflarda gülümsediği yüzünde gezdirdi. "Organ kaçakçısı adam... Onu yakaladım mı demiştin?

"Evet, buldum."

Ayağa fırladı. "Nerede?"

Ellerimi şiş yüzümden çektim. "Öldürdüm," diye yalan söyledim. Eğer öldürdüğümü söylemeseydim kendisi bir dakika burada kalmadan öldürmeye giderdi. "Tabii ki icabına baktım Noah."

"Senden de bu beklenirdi." Takdir ederek geri otururken çerçeveyi daha yakınına çekti. "Bana ondan bahseder misin?"

Elinden tuttum. Genellikle Noah ya da Dante ile Salvador benim elimden tutardı, bir yere gideceksek elimden tutup götürürlerdi. Davete katılacaksak da koluma girip her zaman kavalyem olurlardı. Parmaklarımı parmaklarından geçirerek Karina'mın güzelce gülümsediği günleri aklıma getirdim. Acı çekmediği, yanımda olduğu, kalbinin attığı... 

Noah'a o günlerden, Karina'yı nasıl doğurduğumu, yalnız hamilelik dönemlerinden, onu neden aldıramadığımdan bahsettim. Doğduğunda yaşadığım heyecanı, bana ilk gülümseyişini, ilk diş çıkardığı günü, anne diyerek hecelemesini, saçlarıma çok özenmesini, ne kadar asil oluşunu... Aylardır Karina hakkında yalnızca acı şeyleri hatırlıyor ve paylaşıyordum. Bu yüzden ondan güzellikle bahsetmek konuşurken sürekli duraksamama sebep oldu.

Dakikalar sonra, "Demek bizi tanıyordu, fotoğraflarımızı göstermiştin," dedi, boğazında bir yumruyla. "Karıştırıyordu, öyle mi?"

"Evet." Karina'ya beraber olduğumuz fotoğrafları göstermiştim. "İsimlerinizi aklında tutamıyordu. Salvador diyecekken savdor diyordu." 

Yüzük olan elinin tersiyle yanağını temizledi. "O bu kadar güzelken, tatlıyken, bize aitken onu kaybetmek... Sen nasıl dayandın Karmen?"

Dayanamadığımı söylemenin bir yolunu bulamayıp başımı önüme eğdim.

"Artık ben varım, biz varız." Çenemden tutup eğdiğim başımı kaldırdı. "Seni bir daha kimsenin incitmesine izin vermeyeceğim. Seni biraz bile inciten herkesin ölümü ben olacağım."

Bunu yapacağından biraz bile şüphe duymuyordum. Buna sevinmeliydim ama derinlerime bir korku da aşılıyordu. Çünkü beni incitebilecek birisi vardı ve onun ölümü olmak istemiyordum.

"Tekrarla, sana bir daha kimsenin zarar veremeyeceğini."

Yutkundum ve inanmasam da, "Bir daha bana kimse zarar vermeyecek," dedim.

Ona açıklamadığım şeyler vardı, anlatmayı düşünmüyordum. Zaten yarından sonra gidecektik, bir de Deren'i öğrenmesini istemiyordum. Onu düşünürken yapmam gerekenler aklıma geldi. Nil ile konuşmalıydım, babasına gideceğimizi söylediğimde havalara uçacaktı.

Noah'a, "Biraz aşağıya ineceğim, Nil'e bakacağım," dedim. "Benim için endişelenme Noah, seni gördüğüme gerçekten mutlu oldum."

Benim için endişelenmemesinin bir yalan olduğunu biliyormuş gibi yüzümü okşayıp gözlerime baktı. Ona güçlükle gülümseyip ceketimi üstümden çıkardım ve elindeki, boynundaki çok sevdiğim dövmelerine gülümseyerek doğruldum. Eminim, ben yokken birkaç dövme daha yaptırmıştır.

Odadan ayrılıp basamakları ağır ağır inerken küçük tırtılım beni fark edip merakla yanıma koştu. "Abin neyede?"

"Biraz dinlenmeye ihtiyacı var." Onu kucağıma alıp dışarıya çıkmak için kapıya yürürken, Gece bana döndü. "Abin nasıl?" diye sordu. "Anlattın mı her şeyi?"

"Bazı şeyleri," dedim ve mutfak tezgâhının arkasında duran Yaman ile ona baktım. "Ağzınızı sıkı tuttun. Sakın abimin yanında Deren'den bahsetmeyin."

Nil yüzüme dokundu. "Deyen, babam!"

Gece ağzına bir fermuar çekerken, Yaman'da soğukkanlı şekilde onayladı. "Yalnız abin ne uzun," dedi arkadaşım, bir de beni süzerek. "Sen bu genlerle niye kısasın?"

Yaman dik dik Gece'ye bakmaya başladığında ben bir hıh, sesi çıkardım. "Boyum bir altmış sekiz santimetre kadar. Kısa değilim."

"Uzun da sayılmazsın."

"Noah'ta o kadar uzun sayılmaz, basketbolcular daha uzun." Yaman su bardağını tezgâha bırakıp bu tarafa yürümeye başlarken, Gece yalnız bir saniye ona bakıp mırıldandı. "Gerçek hayatta gördüğüm en uzun erkek."

"Abime göz koyayım deme," diyerek gözlerimi kısıp topu Yaman'a bıraktım ve kucağımda Nille dışarıya çıktım. Ne olur ne olmaz diyerekten etrafı gözetleyip arka bahçeye geçtim ve onu salıncağa oturtup önüne geçtim. "Bugün benimle konuşuyorsun," dedim.

Benimle küstüğünü unutmuş gibi gözlerini kocaman açtı. "Aklım kayıştı ya!"

Ah Nil, ben seni nasıl aklımdan çıkaracağım? 

Biraz yaklaşıp güzel aklından öptüm. "Yarın seninle bir yere gideceğiz."

Hevesle, "Nereye?" diye sordu.

"Babana."

O küçücük yaşına rağmen belirgin bir şok yaşadı, ağzı bir süre açık kaldıktan sonra, "Kandırıyoy musun beni?" dedi.

"Amore mio, aşkım kandırmıyorum tabii ki." İnanması için gülümsedim. "Yarın babanı göreceksin."

Pembe dudakları titredi. "O da beni göyecek mi? Yoksa yine konuşmadan geyi mi döneceğiz?"

"Hayır, geri dönmeyeceksin. Bundan sonra hep babanla olacaksın, tabi Utku'yu da, anneni de göreceksin..."

Gözlerine, bu yaştaki bir çocukta olmaması gereken bir olgunlukla sevinç gözyaşları çöktü ve ağlamaya başlarken ellerini yüzüne kapattı. Böylelikle mutluluğum kursağımda kaldı. Hem onu bu hale getirdiğim için suçlu, hem de Karina asla bana geri dönemeyeceği için birbirinden ayrı duygularla boğuştum. "Mutlu oldun mu?"

Küçücük kalbi sıkışmış gibi titrek nefesler aldı. "Babamı çok özledim Kaymen. Siz uyuyken ben gece ağlıyordum."

"Nil, yalvarırım affet beni." Tutup göğsüme çekmemek için çok fazla direnmem gerekti. "Canını acıtacak başka bir şey yaptım mı? Söyle bana. Canını yaktım mı?"

"Ihıh, seni seviyorum."

Galiba... bu dünyalar bedeldi.

Heyecanla kıkırdadım. "Gerçekten seviyor musun?"

"Evet ama beni hiç anneme babama götüymedin. Çok özledim onları." 

"Baban da seni çok özledi, bir daha asla bırakmayacak." Yanağında kristalmış gibi duran gözyaşlarına temas ettim. "Yalnız bazı şeyleri konuşmamız lazım."

"Ne ne?" dedi heyecanla. "Ne konuşacağız?"

Tekrar salıncağa oturtup anlayacağı şekilde açıklamaya çalıştım. "Yarın babanın yanına gideceksin ya hani, baban sana bazı şeyler soracak. Bir süredir seni görmediği için nerede, ne yaptığını soracak."Neşeli olduğu için her söylediğime gülüyor, baba dediğim anda ellerini çırpıyordu. "Beni anlıyor musun?"

"Evet." Ellerini çırptı.

Devam ederek, "Babanın yanına gittiğinde, o sana nerede olduğunu söylediğinde bir evde kaldığını, hiç dışarıya çıkmadığını söyleyeceksin," dedim.

Gülerek, "Zaten," dedi.

Doğru...

"Nil, sen yarın babanın yanına gittiğinde beni tanımıyor olacaksın tamam mı? Adımı geçirmeyeceksin, baban isimleri ne dediğinde bilmiyorum diyeceksin."

Kafası karışmaya başladı için neşesine biraz ara verdi. "Niye ki?"

"Baban senin benimle olduğunu bilmiyordu," diye itiraf ettim. "Şimdi senin benimle olduğunu bilirse bana çok kızar, bir daha da görüşemeyiz."

"Ama sen benim dadımsın."

"Öyle ama babanın bunu bilmemesi lazım. Sen beni tanımıyor olacaksın, baban belki bizi tanıştırır..." o kadar vaktim olursa. "Adımı bilmiyorsun, Gece ile Yaman'ı tanımıyorsun, beni görmedin, benim yanımda değildin tamam mı?"

"Neyedeydim?"

"Bir evdeydin, sadece bir tane adam gördün. Baban başka soru sorarsa da hatırlamıyorum dersin olur mu?" Yumuşak bir ses tonu kullandım. "Lütfen Nil, lütfen. Adımı hiç geçirme, beni gördüğünde tanımıyormuş gibi davran."

Omuzlarını silkerek, "Oluy," dedi.

"Babanın yanına gittikten sonra beni, Yaman'ı ve Gece'yi unutacaksın. Adlarımızı söylemeyeceksin, olur da bir daha karşılaşırsak adımı bağırıp bana koşma tamam mı? Beni ilk kez görüyormuş gibi yap."

Anlamışçasına ellerini kaldırıp, "Tamam tamam," dedi.

O tamam diyordu, zaten ailesine kavuşmanın sevinciyle ne desem kabul ederdi ama asıl korkum farkında olmadan yapabilecekleriydi. Beraber geçirdiğimiz bir anıdan, ismimden bahsedebilirdi. Tabi, ben yarından sonra burada olmayacağım için artık çok geç olurdu ama Deren benden o kadar nefret ederdi ki, aramızda kıta bile olsa sanki o nefreti hissedip bir gece yarısı uykumdan uyanırdım.

"Kaymen, çok mutluyum!"

Nil kendini kollarıma atınca dalgınca gülümseyip sırtını sıvazladım. "Ben de senin ve baban için çok mutluyum. Utku için de. Seni gördükten sonra bir dakika bile yanından ayırmayacaklar." Hem belki... ortadan kaybolmam sandığım kadar batmazdı gözlerine, ilgilendikleri tek şey Nil olurdu. "Anlaştık değil mi Nil? Beni tanımayacaksın, hatta Karina'yı da."

"Ya anladım Kaymen, anladım. Babama şaka yapacağız." Kafasında böyle yorumlamasına şaşırmadım, en azından şaka olduğunu sansa da ne yapması gerektiğini anlamıştı. "Ben başka bir yerdeydim, babama öyle söyleyeceğim."

"Evet aşkım," diyerek saçlarını okşadım. "Sadece bir adam gördün, başka kimseyi görmedin. O adam seni parktan aldı ve ondan sonra bir evde yaşadın."

Gözleri ışıl ışıl bakarken kollarım arasından çıktı ve zıplamaya, kendi halinde dönmeye başladı. Zıpladıkça uçuşan elbise Karina'nındı. O da bu elbiseyi birkaç kez giyinmişti ama içinde bu kadar eğlenmemişti. Umarım Nil hayatının kalanında hep böyle mutlu olup neşeyle zıplardı. Doğrusu Deren gibi bir babaya sahip olduğu için böyle olacağına emindim.

"Sen ne zaman geleceksin?" diye sordu arkamdan sarılarak.

"Bir gün," diye yalan söyledim.

"Ama ne zaman?"

"Çok özleyince."

Güle güle, "Beni mi?" dedi. 

Yutkundum. "Başka... kimi olacak ki."

Benim tarafımdan sevilmek güzel bir şeymiş gibi utana kızara güldü ve önüme geçip kucağıma oturdu. Ellerini de açıp aniden yüzüme karşı bir çiçek uzatınca şaşkınlığa düştüm. Etrafımda dönerken yerden koparmış olmalıydı. Küçücük, kırmızı bir çiçekti. "Beni babama götüyeceğin için sana."

"Nil... Nil sen kadar güzel kalpli bir çocuksun." Deren'in bana söylediği şeyi yaşıyordum galiba. Ona kanım kaynamıştı, içimden çok fazla sevgi göstermek, bırakmadan sarılmak geliyordu. "Babanın şefkati, merhameti sende de var. Öyle aniden esip gürlemeniz de benziyor. Baban gibi bir anda kızıyorsun ama keyfin yerine gelince de çok sıcak, tatlı davranıyorsun."

Bilmiş bilmiş, "Babamın kızıyım," dedi.

Onunla geçireceğim son gün olduğu için doya doya sarılıp yüzünü izledim. Bir türlü onu bırakamama gülüp kucağımdan kalktı ve salıncağa bindi. Onu yavaş yavaş sallayıp rüzgâr esmeye başladığında kucakladığım gibi eve koştum. Onu kaçırıyormuş gibi koşmama öyle çok güldü ki, evden içeriye girdiğimizde Yaman ile Gece onun bu kadar gülmesine şaşırmış şekilde baktı.

"Gece, yarın babama gideceğim," diyerek koşa koşa onun yanına gitti Nil.

Gece ona sarılırken bana soru işaretleriyle baktı. Sonra, dercesine göz kırptım ve Nil'i öğle uykusuna yatırmak için ikna etmeye çalıştım. Biraz sonra gözlerini kapattı ve ben de ona ondan öğrendiğim o ninniyi söylemeye başladım. Onu bu şekilde kolayca uyutabiliyordum, hatta uyurken bu ninniyi sayıklıyordu.

Nil öğle sularında uyuduğunda Noah hâlâ inmemişti. Bu yüzden Yaman ile Gece'ye aklıma koyduklarımı kısık bir sesle anlattım. Onlar da en baştan beri bu planın parçasıydı, hatta üstlerine düşen şeyler olduğunda yapmak zorundalardı. Yarından sonra yollarımız aniden kesilecekti, bir süreliğine ortadan kaybolmaları şarttı.

Gece, söylediklerim bittiğinde bana kararsızca bakıp bir şeyler diyecek oldu ve ancak göz temasımız ona konuşma teşviği verince dudaklarını açtı. "O günden beri aklıma takılan bir şey var Karmen. Çok saçma, sürekli kafana bunu sokmayayım diyorum ama..."

"Ama ne?" dedi Yaman.

"Karina'yı Mark kaçırttıysa... Acaba öldürülmemiş olabilir mi? Belki acı çekmen için seni süründürüyordur, hepsi oyundan ibarettir. Kaçırttırmıştır ve sonra yanına almıştır."

Bir dalgayla kıyıya vurmuş gibi sersemce hisle kelimelere tutundum ve her hece zihnime çarpıp çarpıp yankı yaptı. İçimden bir şeyler söylediğimi hissettim. Öyle olmaz, bu sadece hayal, olmasını istediğimiz bir şey, gibi cümleler söylüyordum ama dudaklarımdan çıkmıyordu. Avuçlarımla enseme aynı sıcaklığın bastığını hissedip hızlı nefesler alırken, "Hey," dedi Yaman, omzuna dokunup sarsarak. "Rengin attın, iyi misin?"

"Karmen," dedi Gece, panikle.

"Sen!" Diye gür bir ses gelince hepimiz aynı anda merdivene döndük. Noah, Yaman'ın üzerimdeki eline tehlikeli şekilde bakarak basamakları iniyordu. "Kardeşime neden dokunuyorsun? Neyi oluyorsun?"

Yaman onun bakışları kendisine yöneldiği için kuşkulanıp, "Ne diyor?" diye sordu.

"Senin kim olduğunu merak etmiş," diyerek doğruldum ve Noah'ı son basamakta yakaladım. Önünde durduğumda hafifçe omzuma dokunup bakışlarını yumuşatmaya çalıştı. "Gece'nin şoförü. Adı Yaman. Güvenilir biridir, endişelenmene gerek yok."

"Gece," dedi aksanla ve omzumun üstünden kız arkadaşıma ilgisiz bir bakış attı. "Güvenilir olup olmamaları önemli değil, zaten artık görüşmeyeceksin."

Yaman, "Ne diyor, Gece'nin ismini geçirdi?" dedi.

"Sizi tanıtıyorum işte."

Noah özellikle Yaman'a tehlikeli biriymiş gibi temkinle bakarak yanımdan geçti ve tezgâha ulaşıp kendisine bir su koyarken, "Bir çalışanın yok mu?" diye sordu.

"Hayır."

"Neden şehirden uzaktasın?"

"Biliyorsun, böylesini daha çok sevmişimdir," dedim.

Suyu içip bardağını tezgâha bırakırken, "Tabi ya," dedi. "İtalya'da almak istediğin ev de öyleydi değil mi? Gözden, kentten uzakta. Hâlâ aklına geliyor mu ev?"

En son Derenleyken düşünmüştüm o evi. Neden Deren'in göğsünde çıplak uzanırken bir ev düşünmüştüm, o an ne o evi aklıma getirmişti şimdi dahi bilmiyordum. "Geçenlerde aklıma gelmişti. Sahibi hâlâ satmıyor değil mi?"

"Hayır, satmak istemiyor. Kendi yollarımıza başvursaydık o evi çoktan almıştık."

Parmağımı suratına salladım. "O evin sahibi normal bir insan, bizim gibi de değil. Bu yüzden asla kendi bildiğimiz yolu yürümeyeceğiz."

Ellerini havaya kaldırdı. "Emredersin kraliçem."

Biliyorum, Noah'ta masum, günahı olmayan insanlardan da içerisinde doğmadığımız dünyadan da uzak duruyordu. Fakat benim isteklerimi yerine getirme arzusu kimi zaman onun aklını karıştırırdı.

Noah'ın yanına geçtim ve kollarımı ona doladım. Bana hemen sarılıp ne kadar acı çektiğimi anlayarak saçlarımı okşadığında, Yaman'ın Gece'ye koltukta yaklaşıp bir şeyler söylediğini gördüm. Gece onun kulağına fısıldaması karşısında biraz kızarıp başını salladı ve Yaman onun saçını düzelterek uzaklaştığında kalkıp üst kata çıktı. Noah, Yaman'a, sınırlarını belli ediyormuş, onu burada istemiyormuş gibi bakınca, Yaman her zamanki sakinliğiyle, pek de umursamayarak koltuktan kalktı. Gece, üzerine bir salaş hırka alarak aşağıya inince de onunla dışarıya çıktılar. Sanırım biraz yürüyeceklerdi.

"Şimdi neden bu kadar zayıf olduğunu anlıyorum," dedi Noah.

"Hiçbir şey yemek gelmiyor içimden."

"Bana geçen senelerini anlat, daha neler yaşadığını."

Konuşmaya başladığımızda ona Nil ve Deren'i es geçerek birçok şey anlattım. Karina'yı nasıl kaybettiğimi, nasıl aradığımı, bir oyuğun içine, bir taşın altına bile çaresizce baktığımı... Onun ölüm haberini aldığımdaki halimi, hastanede geçen günlerimi ve çok daha fazlasını anlatarak saatler geçirdim.

Akşam olduğunda Nil çoktan uyanmış, Noah sessizleşerek camın kenarına çekilmişti. Çok uzun süre orada kalarak düşünceli, kasvetli bir ruh haline büründüğünde koltukta onu izledim. Gece ile Yaman, üstleri biraz dağılmış ve ot, çamur olmuş şekilde dönünce bir süre bakıp sırıttım ama ortadan kaybolduklarında Nille kaldım. Noah'tan çekinerek benimle oyunlar oynarken, gözleri kardeşimdeydi. Bir ara ona arkasından, fark etmeden yaklaşmaya başladığında Noah o derin sezgileriyle hemen anlayıp arkasını döndü. Nil irkilip elini ağzına kapatınca, Noah tamamen ona dönüp üzerine yürüdü. "Demek adın Nil, saçların ne kadar güzel, gözlerin de renkli..." Nil utanıp bakışlarını kaçırınca gülümsedi. "Bana birini hatırlatıyorsun."

Hayatımızda Nil'e benzeyen sarışın, renkli gözlü birisi hiç olmamıştı. "Kimi?" diye sordum.

"İtalya'ya döndüğümüzde tanışırsın."

Nil'in Noah'a attığı utangaç bakışlara bir süre hayretle baktım. Yanakları kızarıyordu. Yaman'a karşı da böyleydi, bu kız cidden biraz çabuk âşık oluyordu. Kendi kendime gülümsedim, sanırım Deren bu huyunu hiç sevmiyordur.

Dakikalar geçerken aklımda bin bir düşünceyle evin içindeki sessizliğe uydum. Nil göğsümde uyuyakalırken, Noah hâlâ camın orada dikiliyordu. Gece ile Yaman'da ve ben de yarın olacakların gerginliği varken, abimin damarlarında adeta kan yerine öfke geziniyordu. 

Bir yandan Gece'nin bana söylediğini düşünürken, diğer yandan yarın yapacaklarımızı kafamdan geçiriyordum. Feda yakalandıktan sonra Gece ile Yaman Nil'in yanından bir süreliğine ayrılmak zorunda kalacaktı. Bu süre beni endişelendirse de yapabileceğim daha iyi bir şey yoktu.

Gece ne söylemişti öyle? Doğru olma ihtimali olabilir miydi? Binde bir ihtimali bile olsa ölmem, o ihtimalin peşinden koşardım ama öyle olsa Feda benden kurtulmak, yaşamak için söylemez miydi?

Zor nefes almaya başladığımı hissettiğimde koltuktan kalktım ve Noah'ın kaygılı bakışlarına sırt çevirerek üst kata çıktım. Odanın kapısını sessizce açıp girdiğimde tırtılıma içim giderek baktım. Yarından sonra onu göremeyecektim. Yanına gidip uyuyan yüzümü aklıma kazırken uzun uzun iç çektim. Bu kadar bağlanmamalıydım, hiçbirine.

Yataktan uzaklaşıp camın kenarına geçtiğimde telefonumu çıkarıp bekledim ve sonra Deren'i aradım. Bu sabah ben yanından ayrılırken çok kötü görünüyordu, yeniden ağlamış mıdır diye tüm gün düşünmüştüm. Aramama yanıt gelmeyince bu endişe patlamaya yakın büyüklükte şişti, beni rahatsız etti. Bu yüzden Utku'yu çaldırdım ve telefonu bekletmeden, "Yenge," diyerek açtığında yüzüm düştü. Bana böyle söylemesine bayılmıyordum ama yine de alışmıştım. "Merhaba Utku, n'apıyorsun?"

"Dışarıdayım, n'oldu?"

"Abine ulaşamadım," dedim "Onunla mısın? Sabah iyi görünmüyordu, merak ettim."

Birkaç saniyelik sessizlik oluştu. Akabinde, "Hastanede, Nalan'ın yanında," dedi.

Hastanede olmasından duyduğum endişe, cümlenin devamını tamamladığında yok olup gitti. Tırnaklarımı avuç içlerime batırarak, "Nalan'a ne oldu ya onun yanında?" diye sordum.

"Derya arayıp çağırmış abimi. Nalan alkol zehirlenmesi yaşamış, daha önce bir kez daha yaşamıştı, o zaman abimle evlilerdi... Derya'da paniğe kapılıp abimi aramış, o da hastaneye gitti işte." Yürüyor gibiydi, arkadan bir iki yabancı ses daha geliyordu. "Bu Derya'nın evinin yakınında bir özel hastane varmış, oraya götürmüşler Nalan'ı."

Duyduklarımı sindirebilmek için beklemem gerekti. "Anladım. Abin de... meşgul olmalı, o yüzden bakamamıştır. Teşekkür ederim."

O da duraksadı. "Abim oraya Nalan'a çok bayıldığında gitmedi, biliyorsun değil mi? İnsani bir durum. Hem... acıları ortak olduğu için abim anlayabilir Nalan'ın bunu neden yaptığını."

Abisini bana açıklamasına neredeyse gülümseyecektim. "Biliyorum Utku, sorun yok."

Sorun olmadığını söylemiştim ama telefonlarımız kapandıktan sonra saniyeler boyunca boşluğa bakmıştım. Nalan'a son darbe kaçırılması olmuştu ve belki de Nil'in yokluğuna o kadar dayanamamıştı ki, alkol almaktan zehirlenmişti. Midem suçluluktan büküldü ve neredeyse karnımı tutup çığlık atacaktım.

Kafam karışmış şekilde aşağıya inince abim beni üzerimde ceketle görüp ellerini cebinden çıkardı. "Nereye?"

İtalyanca, "Birkaç arkadaşımı göreceğim," diye cevap verdim. "Buradan ayrılmadan önce son kez görüşmek istiyorum."

Noah kapıya yürüdü. "Beraber gidelim."

Yaman koltukta uyuyakalmış Gece'nin üstünü örterken, "Nereye gidiyorsun, geleyim mi?" diye sordu.

"Tek gideceğim," dedim önce İtalyan'ca sonra da Türkçe. 

Noah onaylamayarak çenesini kaldırdı. "Seni asla yalnız bırakmayacağımı söylemiştim."

Noah'ın ya da diğerlerinin gelmesini bu yüzden istememiştim. Her şeyden haberdar olmak isteyecekler, beni sıkıştıracaklardı. Onun yanından geçip kapıyı açınca, "Arkadaşlarıma bir de seni açıklayamam," dedim sertçe. "Senelerdir sizsiz idare ediyorum, hemen bir gece de n'olacak bana."

"Hayır," dedi kapıyı açarak.

"Noah," diyerek gömlekle sarılı kolundan kavradım ve onu geri çektim. "Zorlaştırma, lütfen."

"Tehlikedesin," dedi.

Onun yanındayken değil. 

"Noah, hastaneye gideceğim. Endişeleneceğin bir şey yok."

Elini tutup kapı kolundan zorlukla çektiğimde dişlerini sıkarak bana karşılık verdi. "Silahın var mı?"

"Evet," diye güvence verdim.

Gerileyip bana izin verdiğinde parmak uçlarında yükselip yanağından öptüm ve evden ayrıldım. Akşam olmuştu, etrafım karanlıktı. Derya'nın evini hatırlıyordum, evinin olduğu ilçeye gidene kadar bir saat harcadım ve yaşadığı yerin oralardaki özel hastanelere bakındım. Bir süre sonra yaşadığı sitenin yakınındaki özel hastaneye gittiğini düşünerek o hastanenin bahçesinden girdim ve arabamdan inerken, gerçekten de Derya'yı gördüm.

Kendisiyle o kadar fazla muhatap olmuştum ki karanlıkta olmasına rağmen vücudunu tanımıştım. Hastane giriş kapısının yanındaki duvara yaslanmış, üzerinde beyaz bir gömlekle duruyordu. Kollarının etrafına sıkıca sarınmış şekline bakarken karşısına ilerledim. Ayaklarım bakış açısına girince kafasını kaldırıp rahatsız gözlerle bana baktı. "Burada ne işin var?"

"Deren buradaymış," dedim.

Deren'in adı her geçtiğinde olduğu gibi gözü seğirdi. "Evet, yukarıda."

"Nalan nasıl?"

Derya'yı ilk kez bu kadar sakin ve üzgün görüyordum. Fakat yine de yaptığı son hamle yüzünden ondan gerçekten nefret ediyordum. "Nil'i geri ver," dedi aniden ve refleksi şekilde dönüp etrafımı kontrol ettim. "Bu geceden sonra buna devam etmene izin veremem. Nalan gerçekten artık dayanamıyor."

Ee, bu noktada istemsizce alaycı bir tutum sergileyecektim. "Geçtiğimiz gün kızının bağlanmış fotoğrafını gözlerinin önüne sermeseydin o zaman Derya."

Bakışlarını başka yöne kaydırdı. "İntihar edecek kadar içebileceğini düşünmemiştim."

Ürperdim. "Sence... İntihar etmek için mi o kadar içti?"

"Bilmiyorum," derken gözlerini de başını da yerden kaldıramıyordu. "Daha önce bir kez daha yaşanmıştı bu, zaten o yüzden Deren'i aramak zorunda kaldım. Bu konuda benden daha çok şey bildiği için." Yüzünden karmakarışık duygular okunuyordu. Pişmanlık, üzüntü, panik ve daha nicesi. "Nalan'ı ilk kez bu geceki gibi gördüm ve bunu bir daha görmeye tahammülüm yok."

"Bence seninkisi sevgi değil, Nalan'ı takıntı yapmışsın."

"Bana ahkam kesecek durumda değilsin. Muhtemelen kızını kaçırdığın adamla yatıyorsun." Derya ile birbirimize karşı haddimizi hep aşmıştık. "Bu işi bitireceksin. Nalan'ı bir daha bu geceki gibi görmeyeceğim. Zaten, Nil kayıpken daha da çok bir araya gelmeye başladılar, hiçbir işe yaramadı onun aradan çekilmesi..."

"Nil'den bir sorunmuş gibi konuşmayı bırak artık," diyerek ben de onun burnunun dibine yaklaştım. "Nil'e ne kadar soğuk, merhametsiz davranırsan o kadar kaybedeceğini anlamıyor musun? Nalan'ın karşısında ona eziyet etmesen bile kötü bakışın, bir kaş çatışından ona olan yaklaşımını anlıyordur. Ve belki de bu yüzden hâlâ Deren'e yakın hissediyordur, onun kızını ne kadar sevdiğini gördüğü için. Aynı şekilde, öyle şefkatli sevilmek istiyordur."

"Neden kendinden bahsediyor gibisin?" dedi, acımayla karışık bir sesle.

Nalan da benim gibi şefkate hassasiyeti olan birisi olabilir," dedim.

Söylediğimin her kelimesinden nefret etmiş gibi, "Sus,” dedi.

"Söylediklerimi anlayabildiğinde çok geç olacak." Parmak uçlarımda yükselip kimsenin duymaması için kulağına fısıldadım. "Yarın her şey sona erecek, Nil'i vereceğim. Yarından sonra kimseye hiçbir şey anlatıp ortalığı karıştırmaya kalkışma, çok zararlı çıkarsın."

Gerileyip şüpheyle bakınca yanından geçip hastaneye girdim. Karşılama kısmındaki hanımefendiye Nalan'ın adını ve soyadını verdiğimde iki üst katta olduğunu öğrendim. Asansör kullandım ve kata gelip indiğimde koridorun diğer ucunda Deren'i gördüm. Koridordaki sandalye koltuğunda, karşısındaki duvara bakarak oturuyordu. Yıllarımı, bir erkeğin kalbimi kırdığını düşünerek geçirmiştim ama Deren'in yanına ulaşıp yanındaki sandalyeye oturunca, kalbime her şeyi yapmasına izin verdiğim tek erkeğin Deren olduğunu anladım.

"Nalan iyi mi?"

Geldiğimi farkında olduğu için sesimi duyduğuna şaşırmadı. Bacaklarının arasında duran elleri birbirine kilitlenmişti, parmakları, derisi bembeyazdı. "Nereden öğrendin burada olduğumu?"

"Sana ulaşamadığımda Utku'yu aradım." Parmaklarımı dizimde bir ileri bir geri yaptım, ona dokunmak isterken bir bahane bulamadım.

"Başka nasıl bileceksin zaten." Gözlerim, konuştuğunda yavaşça hareket eden dudaklarını izliyordu. "Değil mi?"

"Evet," diyerek bir daha, "Nalan nasıl?" diye sordum.

Hiç göz temasına girmeden, bana dönmeden, "Umursuyor musun?" diye sordu.

Endişeden bayılmıyordum ama kötü bir şey olmasını da istemiyordum. "Zor bir dönemden geçiyor, bir şey olmasını istemem tabi."

"Muhakkak," dedi.

Nalan'dan daha çok umursadığım o olduğu için, "Sen nasılsın?" diye sordum.

"Kalpsizim."

"Hı?" dedim anlamadığımdan ötürü.

"Artık acı çektiğimi hissetmiyorum," dedi daha uzun uzun. "Kalpsizim sanki."

Kalpsiz değilsin, kalpsiz birisine denk gelmişsin.

Bir geri giden elim bu kez iki ileriye gitti. Onun eline kadar ulaştı. Elim çok soğuk olduğundan mı ne, ona dokunduğum an elini çekip sandalyenin kenarına koydu. Gözlerimi kırpıp diğer eline dokundum, neyse ki bu kez geri çekmedi. Derin nefesler alarak, "Geç saatlerde yola çıkma demiştim," dedi bana. "Nalan için neden buraya geliyorsun ki? Çok saçma."

"Deren, senin için geldim."

Gözlerini kapatıp yüzü hâlâ karşıya bakıyorken, "Başım yeterince kalabalık," dedi.

Bir an için kafasına baktım ve sonra kendime kızıp önüme döndüm. Ondan bahsetmiyordu, bazen hâlâ Türkçe deyimleri düz mantık anlıyordum. Deren gözlerini açıp koltuktan kalktığında kendi kucağıma düşen elimi sıkıp günlerdir üzerinde olan tişörte arkasından baktım. "Gideyim mi?"

"Geldin madem, kal."

Tırnaklarımın kenarlarını sertçe kazımaya başlarken dişlerimi sıktım. Avuçlarımda yeterince fazla tırnak izi vardı, daha fazla yumruk sıkamıyordum. Bir kapı sesi duyunca kafamı çevirip baktım ve hemşirenin odadan çıktığını gördüm. Galiba Nalan'ın hemşiresi olmalıydı, çünkü Deren'de o kapıya bakıyordu.

"Nalan Hanım kendisine geldi, eşi..."

"Benim karım," dedi Deren ve hemşireye yürüdü. "Görebilir miyim?"

"Nil diye sayıklıyordu, kendisi burada mı?"

Deren hemşireye boş boş bakıp yanından geçti ve açık kapıdan içeriye girdi. Bunun üzerine hemşire düşünceli şekilde bana dönerek, "Aa," dedi. "Bu televizyondaki kadın mı? Kızı kayıp olan? Şimdi hatırladım..."

Kapısı açık odaya doğru ruhsuz gözlerle baktım. Kulağımda yalnız Deren'in son söylediği kelime çınlıyordu. Sanki kelime bana sürekli geri dönüp yankı yapıyormuş gibi kaldırıp elimi kulağıma sertçe vurdum ve küfrederek indirdim.

Gözlerimi tavana doğru kaydırıp yer çekimine meydan okurken, boğazım aşırı acıyordu düğüm düğüm olduğundan. Nalan benim yüzümden buradaydı, Deren'de benim sebep olduklarım yüzünden eski karısının yanındaydı. 

Hastane odasına doğru bakıp aralıktan sızan karanlığa kaş çattım ve ayağa kalkıp birkaç adımda ilerledim. Derya neden aşağıdaydı? Gelip karısına kendi baksaydı ya! Elimi kapının kenarına koyup gözlerimi içeri kaydırınca Deren'in, yatağın yanındaki koltukta oturduğunu gördüm. Nalan hafifçe doğrulmuş, ağlayarak yüzünü siliyordu. Gölgemin onların gölgesiyle beraber duvara yansıdığını görünce fark edilme endişesiyle geri çekilmeyi düşündüm ama Nalan konuşunca istemsizce dinledim. "Kendime, bir daha yapmayacağıma söz vermiştim ama bu yaşananlara daha fazla tahammül edemedim. Bir iki derken... baktım ki kusmaya başlamışım, ne kadar fazla içtiğimin farkında olmamışım."

Deren donuk bir şekilde, "Bir kere içmeye başladığında duramadığını biliyorsun," dedi.

"Biliyorum ama çok zor Deren. O geceden beri ben gerçekten alkol almıyordum ama Nil kaybolduktan sonra başa çıkamadım." Çok yorgundu ve konuşurken sürekli duruyordu. "Hayat aslında kızım olmadan o kadar değersiz ve anlamsızmış ki, kızım yerine vakit ayırdığım her şey şimdi sadece pişmanlığım oldu."

"Hepimizin pişmanlıkları var," dedi Deren. "Bunları düşünüp kendini suçlama. Nil döndüğünde bu yaşanılanlardan ders çıkarmış olarak daha iyi bir anne olacaksın."

Nalan Deren'e ıslak gözlerle baktı. "Beni suçluyorsun değil mi?"

"Ben kendimi de suçluyorum Nalan. Her şeyi, herkesi suçluyorum."

"Harika bir anne değildim, biliyorum. Ama ben sanıyordum ki, dadılar, her şeyin en iyisi, en güzeli, en lezzetli yiyecekler ona yeter, bunları ona sağlamak beni daha iyi bir anne yapar..." sesi o kadar yıkıktı ki, ne için buraya gelip onları dinlemeye başladığımı unuttum. "Belki de yanıldığımı öğrenmem için bir derstir bu yaşananlar. Nil bize geri döndüğünde daha iyi bir anne olurum, olmak için elimden geleni yaparım."

"Belki de bana derstir," dedi Deren.

Ben de onların ders alması gereken cezayım.

Arkamdan birinin yaklaştığını hissedince geriye döndüm ve Derya'nın da benim gibi içeriyi izlediğini anladım. Yüzünde bu kez rahatlamış duygular vardı, Nalan kendine geldiği için mutlu olmuş gibiydi. Öyle ki Deren ile konuşması arka planda kalmıştı. Ona baktığımı görünce terslenip beni kenara itti. "Çık da karımı göreyim!"

"Manyak," diyerek dirseğimi karnına vurdum.

O da benim karnıma dirseğini vurdu. "Sensin lan manyak!"

Deren ile Nalan aynı anda kafasını çevirip baktıklarında birbirimizden hızla uzaklaştık ve Derya içeriye girerken, ben de geriledim. Deren, "Biraz dinlen," diyerek kalktı ve Derya ile bakıştıktan sonra kapıdan çıktı. Onları dinlememiş gibi tekrar koltuğa gerilerken, "Ayaklarım açılsın diye biraz yürüyordum," dedim.

"Odanın kapısı önünde mi?"

"Farkında olmadan oraya kadar gitmişim."

Çenesiyle asansörü gösterip, "Gidiyorum, geliyor musun?" diye sordu.

"Herhalde, burada ne yapacağım?"

"Bilmem, Derya ile birbirinize dirsek falan atarsınız."

Asansöre ilerlemeye başlayınca peşine düştüm ama beyefendi, beni beklemeden düğmeye basmıştı. Son anda içeriye girmeyi başarıp ona çıkıştım. "Hem çağırıyorsun hem beklemiyorsun."

"Derya'ya dirsek atarken yeterince hızlıydın."

Ona doğru yürüyüp omzumu asansör duvarına yasladım. Ben ona karşı, o da asansör kapısına karşı duruyordu geldiğimiz pozisyonda. "Bugün çok aksisin."

"Allah Allah işe bak!" Ellerini iki yana açıp alev alev gözleriyle döndü bana. "Oysa aksi olmam için hiç de sebep yok değil mi?"

"Her zaman aksisin ama bugün daha da fazla," dedim.

"Çünkü her gün daha kötüsü yaşanıyor! Olana bak! Kadın neredeyse mide zehirlenmesi yaşayacaktı, Derya'nın beni arayıp yardım isteyeceği kadar kötüydü! Gerisini sen düşün!"

"Nalan için endişelendin yani?" Geçen gün, sanrı da gördüğüm gibi. 

"O kadar olsun değil mi?" dedi, sanki bir niyeti varmış gibi gözlerime derin derin bakarak. "Nihayetinde kızımın annesi."

Açılan asansör kapısından giren rüzgârı hissedip arkamı döndüm ve hastaneden ayrılıp soğuk havaya çıktığımda önümü göremez şekilde yürüdüm. Tümsekten inip arabamı koyduğum yeri hatırlamaya çalışırken tükürüğüm boğazımda birikiyordu. Elimin tersiyle saçlarımı geriye itip kırmızı arabaya ilerlerken ayaklarım taşlaşmış gibi ağırdı. 

Direksiyon koltuğuna oturup aracımı çalıştırdıktan sonra dikiz aynalarını bile kontrol edemeden arabayı park halinden çıkardım ve yola atıldım. Gaza yüklenip başımı dimdik tutarken görmeyen şekilde arabamı sürdüm. İçimde çok sesli bir yankı vardı. Sanki nereden geldiğini anlamadığım bir ses Deren'i kaybettiğimi bağırıyordu.

Arabayı ancak üç dakika daha sürebildim. Yolun kenarında sert bir frenle durdurup yumruklarımı direksiyona vurmaya başladığımda tamamen içgüdüsel bir acıyla hareket ediyordum. Kornanın uzun uzun çalmasını umursamadan ellerimi çarparken vücudumu başkası itip duruyormuş gibi hissediyordum. Derenle son görüşmemin böyle olmasından nefret ediyordum, yarından sonra onu görmeyecek olmaktan da nefret ediyordum.

Yanımdaki kapı açıldığında yumruklarım direksiyonun üstünde kaldı ve başım ağır ağır döndü. Deren'in vahşice büyüttüğü gözlerine bakarken dudaklarımdan çıkan soluklar yüzüme düşmüş saçlarımı itiyordu. Yumruk halindeki ellerime doğru bakıp ardından yüzüme döndüğünde, "Kafayı mı yedin?" diye bağırdı. "Ani frenle neden duruyorsun? Az daha çarpacaktım sana!"

"Karım dedin. Hemşire sorduğunda benim karım, dedin." Ellerim kucağıma doğru düşerken ağlamak üzere olduğumu yediremeyip kendimi sıktım.

Yüzüme baktı baktı ve sonra, "Sen benimle dalga mı geçiyorsun?" diye kükredi burnumun dibine kadar girerek. Yoğun alkol ve sigara kokuyordu. "Ben ne dediğimin mi farkındayım? Ben ağzımdan çıkan sözleri biliyor muyum? Bunca derdimin arasında gelmiş bana ne diyorsun!"

"Bunca derdinin arasında beni Derya'dan kıskanmasını biliyorsun ama!"

Gözbebekleri kopkoyu oldu, gerçekten şimdi en gördüğüm en koyu renkti. "Ne kıskanacağım…”

"Tabi tabi..." abartılı bir şekilde kafa sallayıp elimi saçım arasından geçirdim. "Beni niye kıskanasın ki, Derya'nın karısı ben değilim sonuçta!"

"Derya'nın karısı olmaktan bir daha bahsetme," diyerek elini direksiyona çarptığında, karşımda kükreyen bir ilkel hayvan varmış gibi gözlerimi kısarak alnında birikmiş ter damlalarına haktım. "Canım burnumda, şu uğraştırdığın saçmalıklara bak! Neymiş; karım demişim! N'oldu? Çok mu umursadın?"

Sinirle gülmeye başlayarak elimi dudaklarıma koydum. "Umursadım mı? Nasıl umursamayacağımı düşünürsün? Evcilik mi oynadık biz? Öpüştük, seviştik, bir şeyler yaşandı!"

"Peki gerçek miydi?"

"Ne?" diyebildim.

Yüzü kıpkırmızı olmuşken dudaklarını bir iki kez araladı. "Bahsettiğin bu şeyler gerçek miydi?"

Hem de çok.

Onunla tartışırken bile sahip olduğum vahşi duygularım küçük bir bekleyişe geçtiler. "Neden bunu sordun bir anda?"

Omuzları öyle derin hareket ediyordu ki bir duvar önümde dengesizce sallanıyor gibi hissediyordum. "Çünkü doğruyu yanlışı, dostu düşmanı ayırt edemiyorum artık. Güvendiğim, doğruluğundan emin olduğum tek şey Utku."

Hemen, "Gerçekti," dedim tıpkı içimden geçirdiğim gibi. "Hatta uzun zaman sonra hissettiğim en gerçek şey."

Elinin yaklaşmakta olduğunu görene kadar çok umutsuzdum ama parmak uçları yanağıma değince aramızdaki bağı hemen hissettim. Gözleri parmağının değdiği yerdeydi, çünkü orada kaydığını fark etmediğim gözyaşım vardı. "Bu gözyaşları benim için mi?"

Bir erkek yüzünden ağlamak için fazla kibirliydim ama Deren'e yaptıklarımı düşününce kibir yapacak bir şeyim yoktu. Başımı aşağı yukarı salladım. "Nalan'a karım demenden nefret ettim."

Yalnız gözyaşımla ilgilenerek, "Bu gözyaşları içten mi?" diye sordu siyahla örtülü gözlerinin ardından. "Samimi mi? Gerçek mi?"

"Neden gerçek olmasın? Neden kendimi bu şekilde küçük düşüreyim?" 

Parmağını diğer bir gözyaşıma değdirdi ve onu silerek elmacık kemiğime kadar indi. Hafifçe gıdıklanan ve kaşınan cildimi hissederek burnumu çekince, Deren saçımı kulağımın arkasına koyarak elini indirdi. Başını önüne eğerken gözleri kapalıydı ama yeniden açıldıklarında içleri alev alev yanmamın eşiğindeydi. "Arabanı bırakıp arabama gel."

"Ağladığım için merhamet etmene gerek yok."

"Merhamet etmiyorum," diyerek özel alanımdan çekildi ve uzaklaşıp arkasını döndü. "Şans veriyorum."

Bununla neyi kastettiğini anlamadan dikiz aynasından ilerleyişini izledim ve sonra aracımdan çıkıp kapıları kilitledim. Arabamı bıraktığım yeri unutmadan Deren'in arabasına ilerledim ve koltuğa oturup hiç ağlamamış gibi yüzümü hemen sildim. Deren arabayı çalıştırmak için ellerini direksiyona koydu ama bir süre hiç hareket edemedi. Nereye gideceğini unutmuş gibi gözlerini etrafında, caddede dolaştırıp panik içindeymiş gibi yutkundu.

Birazdan aracı çalıştırmaya başladı. Arabanın içi pek aydınlık değildi, tavan lambası kapalıydı. Genelde arabasına bindiğimde tavan lambasını yakardı ama bu kez aklının ucundan bile geçirmiyordu. Çünkü dönüp bana bakmıyordu ki arabanın lambasını yakmaya gerek görsün.

Araba biraz yol aldığında ne benim evime ne onun evine gittiğimizi fark ettim. Yollara biraz dikkatli bakınca geçen gün gittiğim semte geldiğimizi anladım. Deren'in beni çağırdığı otele bu yolu kullanarak gitmiştim. Emin olmak için etrafıma biraz daha bakınırken, "Az önce bana kızgındın, şimdi otele mi gidiyoruz?" diye sordum.

"Uyumak için," dedi.

Kurumuş gözlerimde bir gülümseme parıltısı oluştu. "Sadece uyumak içinse evime ya da evine gidebiliriz."

"Evin," dedi düşünceli vaziyette. "Beni hiç evine davet etmedin."

"Yani... Gelip ev oturması yapacak kadar iyi değildin ki hiçbir zaman."

Işıkta durduk. "Nil'i bulduğumda, çünkü bulacağım... O zaman gelip otururuz, davet edersin yani?"

Karanlık bir his göğüs kafesimi sıkıştırırken, "Nil beni severse tabi," dedim.

Söylediklerim bir yanıt bulmadı. Yanan ışıkla beraber Deren hareket edip arabayı epey zorladı, gaza yüklenerek otele yaklaştı. Arabayı otoparka çekince aynı anda dışarıya çıktık. Elindeki anahtara düşünceli düşünceli bakarak asansöre binince telefonumu çıkarıp saatin on bire geldiğini gördüm. Saatler geçtikçe kalbim sıkışıyordu, yarının yaşayacağım en zor günlerden birisi olduğunu bilmek daha şimdiden beni bitiriyordu.

Lobiye uğrayıp kart alınca tekrar asansörü kullandık, en üst kata kadar çıktık. Deren otel odamızın kapısını açıp girdiğinde arkasından onu takip ettim. Kartı taktığında oda çok fazla ışık oldu ve bundan hoşlanmadım, bembeyaz parlıyordu. Bu yüzden düğmeye dokunup ışığı kapattım ve Deren dönüp bakınca da, "Bu ışıkta uyuyamayız," dedim.

"Uyuyorum," diyerek önüne baktı, oturma odası kısmını yürüyüp iki odalı otelin ikinci tarafına, yatak odasına geçti. "Ayakta bile uyurum ben." Yatak kenarındaki komodine ilerleyince oradaki gece lambasıyla etrafı aydınlattı. 

Üzerimdeki ceketi koltuğa bırakırken dudaklarımı ısırdım. Bana aldığı elbiseye de bu aynadan bakmıştım. Yatağın ucuna oturduğumda Deren kenardaki içecek dolabına ilerledi, kendisine bir şey doldurmak için bardağı aldığını da gördüm. Her hareketini, kolunu kaldırış şeklini, yanağını kaşımasını, nefesinin tiz ya da boğuk olmasını sürekli takip ediyordum. Üstelik bunu normal şekilde değil, takıntılı düzeyde ilerletmiştim.

Yarından sonra onu bir daha görebilir miydim acaba?

Ben burada yokken er ya da geç yaptıklarımı anlar mıydı?

Benim peşime düşer miydi?

Aniden bir kırılma sesi dalgın bakışlarımın odağını çevirdi. Deren'in doldurmakta olduğu bardağı, odanın içine fırlattığını gördüm. İçindeki içecek yere saçılmıştı, parçalar da. Bardağın yanında küçük bir şişe hapı da fırlatıp kırdığını gördüm. İlaç mı alıyordu? İlk kez görüyordum. Ne ilacıydı, üstelik bir de alkolle mi içiyordu? Kalkıp yere eğildim ve tam ilacın ne olduğuna bakacaktım ki, Deren kolumdan tuttuğu gibi beni kaldırıp kendisine çekti. Elinin içiyle ensemi sararak yüzümü kendisine yaklaştırdı.

Elim kalbine düşerken, "Hani uyuyacaktık?" dedim.

"Uyuyacak kadar vaktim yok," dedi gerçekten telaşı varmış gibi ve üzerimdeki kıyafetin ucunu kavradığı gibi kafamdan çekip çıkardı. Saçlarım dağılıp etrafta uçuşurken de elini göğüs kafesime koyarak beni yatağa doğru itti. Kalçamın üstüne düştüğümde gözlerini gözlerimden çekmeden tişörtüne uzandı, başından çıkarıp benim kıyafetimin üstüne bıraktı. Vücudunda ter damlaları süzülürken kol kasları asabi şekilde hareket ediyordu. Yatağın ucunda oturduğum için o an ona dokunmamak çok zorladı beni, galiba bu yüzden bir anda ellerimi onun üstünde buldum ve okşayarak göğsüne doğru çıktım. Deren, ellerimi bileklerimden tuttu ve kaşlarını çatarak pantolon kemerine götürdü. "Çıkar."

O an saflığıma geldiğinden olsa gerek ki, "Kalp atışlarına bakacaktım," dedim.

"Çıkar," diye yineledi.

Bir süre gözlerim kısık kaldı. Ardından parmaklarım kemerini çözdü ve pantolonun askısından yavaşça çıkardı. Kemeri kıyafetlerimizin üzerine doğru attığımda kendisi de düğmesini çözüp pantolonunu aşağıya indirdi. Kalçalarını saran siyah iç çamaşırına ancak üç saniye kadar baktım, çünkü onu aşağıya indirdi. Dilimin ucunu nemlendirmek için dudaklarımda gezdirirken, Deren bir dizini bacağımın yanına koyarak üstüme çıktı ve sutyenimi çözüp kenara fırlattı. Göğüslerim o baskıdan kurtulunca hafif bir rahatlık hissederek iç çektim ve Deren eğilip göğüslerimin kabarık kısmından öperken, elini indirip pantolonumun düğmesini çözdü, aşağıya doğru çekiştirdi.

"Lütfen lütfen," diye fısıldadı dudakları boynuma kayarken.

Dudaklarını, hızlıca nefes alıp verdiğimde atan nabzımda hissedip vücudumu kaldırdım kıyafetlerim üstümden çıkabilsin diye. "Ne lütfen?"

"Kendimle konuşuyorum," dedi.

Kıyafetlerim diğerlerinin yanına gidince Deren bacaklarımın arasına girerek üzerime tamamen çıktı. Onu sevişirken tanımıştım, bu yüzden üzerime sertçe çıkıp beni yatağa bu kadar istekli bastırmasına yalnızca eşlik ettim. Elimi ensesine sararak dudaklarımı dudaklarına koymaya çalıştım ama o sırada kafasını çevirince dudaklarım yanağına değdi. Başımın yanında yutkunarak vücutlarımızı birleştirdi. Yüzümü daha önceleri yaptığım ve sevdiğim şekilde onun boynuna sakladım. İkimizin de üzerinden çıkarmadığı şeyler yalnızca kolyelerimizdi. Kolyenin gümüş zincirine dokunduğumda, "Bırak," dedi ve kafasını geriye çekti.

Bırakmak bir yana dursun daha sıkı kavrayıp buğulanmış gözlerimle bakışlarını aramaya çalıştım ama yüzünü yanımdaki yastığa yaslamış, gözlerini sımsıkı yummuştu. Vücudu üzerimde, beni yatağa sertçe bastırarak gidip gelirken, "Bilmediğim bir şey mi oldu?" diye fısıldadım kulağına. "Çok gerginsin, kolların kaskatı, ensen kırılacakmış kadar sert."

Aramızda bir kalp çarpıntısı kadar mesafe vardı. Dudaklarımı azıcık uzatsam çenesine değebilirdi, omzu yükselip alçaldıkça benim omzumu yatağa bastırıyordu. Beni alıştırdığı ritme eşlik etmek için bedenimi kaldırıp indirirken cevapsız kalışıma endişelenerek, "Deren?" dedim.

"Sus," dedi kulağıma doğru.

Vücuduma karşı yaptığı bir sonraki hamle o kadar sert ama istekli olmuştu ki, kalçalarımın arkaya yaslanırken acıdığını hissettim. Parmaklarımı ensesindeki kısa saçların arasından geçirerek burnumu boynuna yasladığımda tamamen gerildi. Sürtünme yüzünden altımdaki örtü ateş gibi olmuştu, tenimi acıtıyordu. Hızlı hareket edişi yüzünden yatağın ucundan başına kadar ilerlemiştik, beni isteği yere götürebilmekte onun üstüne kimseyi tanımıyordum. "Sevişirken ilk kez bu kadar sessizsin," dedim kirpiklerimi ağır ağır hareket ettirip yanağında oynayan kasa bakarken

"Beni bağırttırabileceğini mi sanıyordun?" dedi yeniden, kulağıma. 

"Benden bile daha fazla," diyerek dudağımı yanağına koymak için kafamı biraz kaldırdım ve terli yüzünden öptüğümde, gözlerinin daha sıkı kapandığını fark ettim.

"Fazla sevgi dolusun," dedi, öpücüğüm üzerine.

O görmese de ben başımı salladım. O gözlerini açmıyordu ama ben son gecemiz olduğu için gözlerimi kapatamıyordum. Aramızda örtülü de olsa, üzerinde uzun uzun konuşmasak da bir bağ oluşmuştu. Kızının kayıp olmasına rağmen, canının çok yanıyor olmasına rağmen benimle ilgilenmiş, beni farkına varmıştı. Sözcükler kullanmamıştı ama bana bağlandığını, hep yanında tutmayı istediğini anlayabiliyordum.

Acaba bana...

Genzimden nefes sesine benzer boğuk bir çığlık çıktığında, Deren'in kasılan kolunu hissettim ve üzerimde titrediğinde, garip bir haz duygusuna kapıldım. Aklımdan geçenleri kendime kanıtlamış gibi hissetmiştim çünkü. O çok büyük ve doğru hareket ediyordu, istediğim ve ihtiyaç duyduğum şekilde. Derisinin, kemiklerinin, hareket eden her bir kasını, yumuşak yerlerini ve sert taraflarını fark ediyordum

Kalbine, benimmiş gibi davranmıştım. Benim kalbimmiş gibi acı vermiştim. Karşılığında bu sıcaklığı hak etmiyordum.

Deren son vurucu güçle hareket ettiğinde hassas bir yerime dokundu ve tırnaklarım tuttuğum koluna saplanırken gözlerinin ansızın açıldığını gördüm. Buğulanmış gözlerim onun kapkara bakışlarıyla karşı karşıya geldiğinde, "Seni asla bırakmayacağımı biliyorsun değil mi?" diye sordu.

Bir anda bu kadar ilkel ve duygusal davranınca şaşırdım. Dilimde tatlı bir şeker erimiş gibi hissettim. "Öyle mi?" dedim.

"Öyle," dedi. Elini karnım boyunca kaydırarak boynuma ulaştı ve hafifçe okşadı boğazımı. "Seni asla bırakmam."

Neden bunu bir tehdit gibi sezdiğimi bilmiyordum. Muhtemelen gerçekleri öğrenmesinden duyduğum endişe yüzünden her şeyi kendi içimde o tarafa çekiyordum. Dudaklarımdan isminin dökülmesine engel olamayarak rahatladığımda, Deren başını bir daha yastığa koyarak elini yeniden kaydırdı. Bacaklarımın arasına koyarak yumuşak şekilde okşadı.

Tırnaklarım hâlâ kolundaydı, orayı acayip deştiğini hissediyordum ama sert davranmasını seviyordum. Gözlerindeki o yoğun bulanıklık çok hoşuma gitmişti. Yatağın diğer tarafına atıp sırt üstü şekilde uzandı ve kolunu alnına koyarak bekledi. Sıcak çarşafların üstünde yan dönüp yorulmuş şekilde nefes alıp vermeye başladım. 

"Kolun nasıl oldu?" diye sordum, üzerine yatmaya kıyamayıp sadece okşamayla yetinirken.

"Gördüğün gibi," dedi.

Pansumanı kaldırmıştı, yara da kabuk bağlamıştı. Kolu az önce çok kasıldığı için endişelenmiştim ama iyi görünüyordu. Kolunun değil de omzunun üstüne yatarak sağ elimi derisinin altında çarpan kalbine koydum. "Deren?"

"Söyle."

Vücudumun yanına ona yaslayarak esnedim. "Bazen beni özlüyor musun?"

Sorum önce bir sessizlikle karşılık buldu. Sonra, "Hayır," dedi.

İçim bir tuhaf oldu, çünkü benim onu özlediğim zamanlar oluyordu.

"Uyu," dediğini duyduğumda yukarıya baktım ve onun gözlerinin hâlâ kapalı olduğunu gördüm.

"Uyumayacağım," dedim telaşla. "Sen de uyuma, konuşalım." Biraz daha konuşmak, yanımda Deren'a ait daha fazla gerçekliği götürmeyi istiyordum. Bana bakışındaki derinliği daha fazla aklıma kazımam lazımdı. "Karmaya inanır mısın?"

"Uyu dedim." Anlayayım diye hafifçe kafama vurdu.

"Hadi, soruma cevap ver.”

Parmakları üzerine doğru çektiği çarşafı sıkarken, "Hayır, inanmam," dedi. "Ben ceza ve ödüle inanıyorum."

"Öyle bir inanış mı var?"

"Ben inanıyorum," diye yineledi, çok konuşmak istemiyor gibiydi. "Karma inanışı bana düşündürücü geliyor, bu yüzden inanmıyorum. Karmada, kişi nihayetinde yaptığı şeyin aynısını yaşıyor ve acı çekiyor ama bu başlangıçta, bir suçu zevk alarak işlemiş olmasını değiştirmiyor. Başlangıçta bir ödül kazanmış oluyor, sonra da karşılığında ceza. Fakat, onun canını yaktığı kişi başlangıçta acı çekmiş oluyor, sonrasında bir ödül kazanmıyor. Diyeceksin ki karşı tarafın cezasını çekmesi onun ödülü olacak. Ama bence öyle değil. Herkes, bununla mutlu olmaz. Yani karmaya uğrayan kişi bir ödül ve cezaya sahipken, karması gerçekleşen kişi yalnızca ceza çekmiş oluyor."

Söyledikleri hakkında biraz derine inmek istedim. "Ne hakkında düşündün de bu sonuca ulaştın?"

Bir cevap vermeyince isteksizliğiyle burkuldum. Sanki zorla konuşuyordu benimle ve bu yaralıyordu. Göğsünü tırnak bastırıp, "Bana kendin hakkında bir şeyler söyle," dedim. 

"Ne diyeyim ki?”

"Beni özlemiyorsan kimi özlüyorsun mesela hayatında?"

Kafama hafifçe vurduğu eli saçlarımın arasına girince okşamaya başladığını anladım ama bunu yaptığının farkında değildi. "Annemle babamı," dedi çok sessizce. "Çok özlüyorum onları."

Kalbim onun için üzüldü. Öyle anladım ki, Deren üzülünce ben de çok üzülüyormuşum.

"Bir de tırtılımı tabi..." sessizleşen sesi kalbimde bir çığlık gibi koptu. "Sevgilimi, kızımı, çocuğumu özledim."

Keşke kızımın öldüğünden, canımın ne kadar acıdığından bahsedebilseydim. Deren beni anlardı.

Sanırım Mark'ı onunla öldürmeyi çok isterdim.

Fantastik, karanlık bir hayaldi işte.

"Kimseye söylemediğin bir şeyin var mı?" diye sordum bu kez.

"Var."

Heyecanla, "Nedir?" diye sordum.

"Ne kadar çok yara aldığım."

"Artık bana söyledin," dedim.

"Kimse değilsin çünkü. Sen çok değerlisin." Yine anlamamı istediği için kafama vurdu ama bu kez yumuşak, tatlıydı.

Gülümseyişim o kadar hüzünlüydü ki içime yağmur bulutlarının toplandığını hissettim. "Başka bir şey daha söylesen," diye ikna ettim onu.

Genzini sertçe temizledi. "Saçlarını fark etmiştim."

Anlamak için biraz duraksamam gerekti. Dün gece bardayken sanki böyle bir konuşma geçmişti aramızda. Gözlerimi çevirip hafifçe okşadığı saç uçlarıma bakarken, "Saçlarımın nasıl göründüğü umurumda değildi," dedim. Sonra gözlerimi yumdum. "Sen kötü göründüğünü söyleyene kadar."

Belli ki onunla son kez uyuyacaktım. Bunu anlayıp dolmuş gözlerimi görmemesi için gözlerimi hiç açmadım. Elim kalbinin, başım omzunun üstünde dururken kokusunu burnuma çektim. Beni bu şekilde sarmalayacak başka erkeğin olacağını sanmıyordum. Vücudunun büyük, korumacı, dayanıklı olması hoşuma gidiyordu. Sol elini çok seviyordum, her şeyi o eliyle yapıyordu. Bana en fazla o eliyle dokunuyordu. İşaret parmağı hafifçe yamuktu, daha önce kırıldığına emindim. Detaylarıyla, yalnız benim görebildiğim detaylarıyla Deren o an bana aitti.

O an.

🐛

Kendime geldiğimde ellerimin içindeki soğukluk ve boşluk bana yalnız olduğumu hissettiren ilk şeyler oldu. Kalbimin arkasında bir ağrıyla yatakta döndüm ve gözlerimi açıp bakındım. Anladığım gibi yalnız yataktaydım. Deren'in iri vücudunun izi yatağın diğer tarafından bana bakıyordu. Esneyerek elimi o kısma uzattım ve sırtının gece boyunca değdiği çarşafı okşayarak, "Deren?" Diye seslendim.

Dönüş almadığımda onu son kez görmeyi kaçırdığımı fark edip yatakta toplandım. Vücudum, intihara sürüklenen birisi kadar isteksizdi fakat benim acele etmem gerekiyordu. Deren'in sessiz sedasız yanımdan ayrılışına gönül koymuş şekilde banyoya girdim, küvetin içine oturup sıcak su ile yıkandım. Köpükler saçlarımı, vücudumu sararken parmaklarım omzumda, göğüslerimde, yanaklarımda geziniyordu. Öpücüklerle donatıldım, kanla kaplıyken ellerim. 

Görünen haliyle ben ihanet eden bir kadındım. Yalan söyleyen. Aldatan. Arkasından bıçaklayan. Üstelik Deren'e sözlümü aldattığımı kendi ağzımla söylemiştim, en başından beri öyle bir kadın olduğumu düşünecekti.

Parmağım son kez saçlarıma da dokundu. Saçlarıma, Deren'in bana dokunmasını sevdiğim şekilde dokundum ama onun yerini tutmadı.

Havluya sarınarak banyodan çıktım ve dün ki kıyafetlerimi giyinip saçlarımı havluyla kuruttum. Telefonumda bir sürü arama vardı, eve döndüğümde abim hiç susmadan beni azarlayacaktı. Odaya son kez bakıp Deren'e ait bir şey ararken, yerdeki kırık camlara doğru ilerledim. İlaç kutusunu elime alıp ne ilacı olduğuna baktığımda uyku hapı olduğunu anladım. Uyuyamadığı için bu ilacı kullanmaya başlamış olabilirdi. Fakat Deren sürekli telefondan haber bekliyordu, kendi rızasıyla uyumayı da pek istemiyordu.

Sırtımda binlerce ağırlıkla kalkıp otel odasından ayrıldım ve ister istemez her yerde Deren'i arayarak dışarıya çıktım. Otelin önündeki karşılama görevlisi benim için taksi çağırınca dün arabamı bıraktığım yere kadar gittim. Diğer bir arabam da başka yerdeydi ama artık o umurumda bile değildi. Düşünerek Şile'ye, yazlığa sürdüm arabamı. Abim hâlâ arıyordu, çok endişelendirmiştim onu ama Deren'e hayır diyerek eve dönememiştim. 

Günün getireceklerinden kaygılı şekilde yazlığa geldiğimde abimin korumasının hâlâ verandada olduğunu gördüm. Kapıyı açıp eve girdiğimde de Noah'ın oturma odasında asker adımlarıyla dört döndüğünü. Nil'de koşturarak arkasından onu takip ediyordu. Noah'ın kadrajına girdiğimi fark edip onunla göz göze geldim. Nefesi takıldı ve bir an sonra koşup bana delicesine sarıldı. "O kadar yolu seni bulmak için geldim, sen tüm gece ortadan kayboldun! Çıkıp arayacak bir yer bile bilmiyorum, neden telefonlarımı açmadın?"

Göğsünü yatıştırıcı şekilde okşayıp geriye çekildim. "Haklısın ama iyiyim Noah. Geceyi bir arkadaşımla geçirmem gerekti."

Hemen, "Erkek mi?" dedi İtalyan damarı kabararak.

Yanından geçtim ve ayaklarıma doğru dolanan tırtılıma eğildim. Ah, böylesine parlayan gözleri için bir hayat bile verirdim. Deren'in bu gözlerin parlamasına nasıl zaafı olduğunu tahmin bile edemiyordum. "Kaymen, yayın oldu. Hadi babama gidelim."

"Arkadaşın erkek miydi?" dedi Noah, arkamdan bir daha.

Nil'e gülümseyip, "Gideceğiz, önce hazırlanalım," dedim. Ellerini çakıp kendi etrafında dönerken bana çarpıp kıkırdadı, sonra kollarını etrafıma doladı. "Çok mutluyum Kaymen! Annem de orada olacak mı?"

"Tabii ki, anneni de göreceksin." Onun da sana çok ihtiyacı var tırtılım.

"Anneme böyle sayılacağım," diyerek benim üzerimde sarılmasını gösterirken gerçekten kollarını o kadar güçlü doladı ki, onu taşıyan kanatlarının altında ne kadar sevgi dolu bir kız olduğunu yeniden gördüm. "Utku'da gelecek değil mi? Ama Derya gelmesin! Salak o ya!"

Evet tırtılım, sana katılıyorum.

"Merak etme, baban onu senden uzak tutacak."

"Babam, aşkım!"

O neşeyle etrafımda dönerken ben Gece ile Yaman'a bakındım. Salonda değillerdi, yukarıda olmalılardı. Noah ile Nil peşime takılıp arkamdan gelirken merdivenlere kadar gittim ve sonra ikisine döndüm. "Nil, sen burada kal, ben seni birazdan hazırlayacağım," dedim. Mutlu olduğu için uslu şekilde kafa sallayıp Noah'a döndüm. Ellerini belinin iki yanına koymuş, meraklı halde bakıyordu. "Gece kiminleydin? Hangi erkek bu? Adını soyadını ver, araştıracağım."

"Araştıramazsın. O bir koruma, devlet tarafından korunuyor."

Durumun ciddiyetinin farkında bir halde yüzüme yaklaşıp yanağımı okşadı. "Sevgilin mi var? Söyleyebilirsin, çok kibar davranabilirim."

"Acaba o sana kibar davranır mı," diyerek yukarıya çıkıp odaya girdim.

Fakat yanlış bir zamanda girmiştim. Gece ile Yaman yerde, uygunsuz bir pozisyondaydı. Gece onun bacaklarına oturmuş, elleriyle ona vururken Yaman'da kolunu yüzüne süper etmiş, diğer elini de onun belini tutmak için kullanmıştı. Kafalarını kaldırıp beni görene kadar Gece ellerini onun göğsüne sertçe indirdi. "Beni bir daha kucağına almayı denemeyeceksin Yaman!"

"Uyuyor numarası yapıyordun, ben de uyumadığını kanıtlamak için seni kaldırım işte! Amma uzattın!"

"Uyuyor numarası yapıyorsam çekip git, niye kaldırmaya çalışıyorsun?"

Yaman, Gece'nin elleri bir an durunca kolunu yüzünden indirip ona baktı. "Biraz eğlence arıyordum."

Gece buna güldü mü kızdı mı anlayamadım, yüzünde karmaşık bir ifade oluşurken ellerini tamamen indirdi. Yaman'da bunu fırsat bilerek bir güç uyguladı ve Gece'yi üstünden kaldırıp onun üstüne doğru alçalırken beni görüp duraksadı. Arkadaşımın söylenmeleri de beni fark edince son buldu ve ikisi de bir süre suratıma baktıktan sonra uzaklaştılar.

"Aranızdaki tansiyonla başa çıkamıyorsanız sevişin kurtulun," diyerek odadaki koltuğa yürüdüm.

Gece ağzı bir karış açılmış şekilde bana bakakalırken, Yaman profesyonel ifadesini koruyarak ceketinin kollarını düzeltti. "Nereden böyle? Gün geldi, planı ilerleyişe koyuyor muyuz?"

Gece sessizleşip camın oraya yürüdü ve perdeyi kızarmış yüzüne kapatarak bizi dinlemeye başladı. Arkadaşımın yansıtmamaya çalıştığı utangaçlığına gülümseyerek Yaman'a döndüm. "Evet, bugün işi hallediyoruz."

"Nil'i ben ve Gece götüreceğiz. Peki ne zaman yola çıkmamız gerekecek?"

"Aynı anda çıkarız diye düşündüm. Ben Feda'yı alıp bırakacağım yere götürürüm, siz de şu adresini verdiğim eve gidersiniz. Biraz da küçük çocuk kıyafeti götürün yanınızda, Nil'i bulacakları odaya koyun..." detayları zihnimin kıvrımlarından çıkardım. "Bir süredir oraya yaşadığı belli olan izler döşeyin. Tabi Nil'i buldukları ilk an öncelik sadece o olacak ama sonra detaylar gözlerine batacaktır. Ben, Feda yakalandığında sizi arayıp evden çıkmanızı söyleyeceğim. Evin kapısını kilitleyip oradan ayrılacaksınız. Nil'in orada tek olması çok şüpheli, zaten bu da kusursuz bir plan değil ama ben Türkiye'den ayrılana kadar bizi idare edecek bir plan."

Gece soru sormak için perdenin arkasından çıktı. "Nil'in yalnız kalması sorun değil mi? Ya bir şey olursa?"

"Babası ile annesinin geleceğini söyleyeceksiniz. O zaman sabırla bekleyecektir."

"Onu bir daha görmeyecek miyiz?"

"Görmeyeceğiz," dedim. "Nil'i bir daha görmeyeceksin Gece, onu unutacaksın."

"Bu oyunun bir an önce sonlanmasını istiyordum ama şimdi içim bir tuhaf oldu, Nil'e çok alıştım ben. Hatta burnunu silerken bile hiç tiksinmiyorum, başlarda biraz rahatsız oluyordum..."

Örneklendirmesine göz devirip, "Gece," diye güldüm. "Küçücük çocuk o, burun akıntısından n'olacak."

"Tamam işte, sevince alıştım." Omuz silkti.

Yaman Gece'nin sempatikliğine karşı nasıl kayıtsız kaldı bilmiyorum ama konuyu odak noktasında tutup, "Nil'i bıraktıktan sonra biz n'apacağız?" diye danıştı.

"Hayatlarına geri döneceksiniz." Aramızdaki ortaklık da arkadaşlık da bugün bu evde son bulacaktı.  "Zaten Gece babasını sürekli geçiştiriyordu, özür dilerim Gece ama babanın bu umursamazlığı epey işimize yaradı. O eve dönünce sen de şoförü olarak döneceksin ama dikkatli olmalısın Yaman, Deren seni bir kez yakaladı."

Gece bir omuz silkişle özrümü kabul ederken, Yaman detayları düşünüyormuş gibi planın üzerinden geçti. "Ya Feda bir ibnelik yaparsa? Çünkü bir kere polisler tarafından yakalanmış olacak, ondan sonra belki gerçekleri anlatır."

"Üzerine, o evin yazılı olduğu bir kâğıt koyacağım. Üst aramasında mutlaka bulacaklardır o kâğıdı. Feda bir şeyler anlatmasa da o kâğıdın, adresin izini sürerler."

Yaman başını iki yana salladı. "Yani, mantıksız değil ama üzerinde öyle bir adresin olması da kuşkulu."

"Kusursuz bir plan değil zaten. Ben ülkeden çıkayım, Deren kızına kavuşsun, gerisi önemsiz."

Gece oturduğum koltuğun önüne kadar gelip iç çekti. "Biz de ayrılacağız."

Duygusallığın bizi kör, mantıksız bir durumda bırakmaması için üstesinden gelip, "Böyle olması gerekli," dedim.

"Biliyorum, yine de çok üzülüyorum." Bana doğru abanıp kollarını etrafıma sarınca elimi kafasına götürüp bana özenerek kestiği kısa saçlarını okşadım. "İrtibatı sakın koparma. Bir süre sonra yanına geleceğim tamam mı? Birkaç hafta sonra."

"Geliriz demek istiyor," dedi Yaman.

"İtalya ve Rusya'daki işlerim bitince ben seni ararım, o zaman gelirsiniz."

"Allah'tan abin geldi, yoksa seni yalnız bırakamazdım." Ruh sağlığım için derin bir endişe besliyordu ama o da harika değildi. "Doğrusu Nil hayatımıza girdiğinden beri daha iyisin. Sanrı görmüyorsun, az biraz uyuyorsun, pervasızca ortadan kaybolmuyorsun. Zaman zaman gülümseyip Nille kafanı dağıtıyorsun... İlaçlarını düzenli almamana rağmen Nil sana iyi geldi."

Geçtiğimiz günlerde sanrı görmüştüm ama Gece doğru söylüyordu, Nil'den önce rezalet bir durumdaydım. Karşılık alma içgüdüsü ve Nille olma duygusu beni karanlıktan biraz olsun çıkarmıştı. Tabi bir de... Deren.

"Nil'i verdikten sonra eskisi gibi olmandan korkuyorum ama belli ki abin seni çok seviyor, ellerinden kayıt gitmene izin vermezler."

"Ben Nil'i hazırlayayım," diyerek Gece'den uzaklaştım ve odadan çıkıp kendi kaldığım odaya gitmeden önce aşağıya indim. Noah Nille koltukta oturmuş, ona şu meyveli yoğurtlardan birisini yediriyordu. Bir çocukla ilk kez böyle yakınlık kurduğuna emindim, kaşlarını çatarak yapıyordu bu işi. "Biy kaşık daha verir misin?"

Noah, ne dediğini anlamadan Nil'e bakınca Nil yoğurdu gösterdi ve bunun üzerine kardeşim ona bir kaşık daha verdi. Sonra Nil kaşığı ondan alıp kendisi yoğurdu kaşıkladı ve Noah'a uzattı. "Hayır," dedi Noah, İtalyanca. "Yoğurt yemiyorum."

Nil ne dediğini anlamadığı için gülümseyerek uzatmaya devam edince yanlarına kadar inip tırtılımı kucağıma çektim. Ufak bir çığlıkla bana dönüp kaşığı uzattı. "Abin yemiyoy, sen ye."

Biraz alıp meyveli yoğurtun tadına baktım ve ardından onu odaya çıkardım. Nil bilmediğim bir çocuk şarkısı söyleyerek yanaklarıma öpücükler koyarken Noah'ın endişeli bakışlarını sırtımda taşıdım. Tırtılı yatağa bırakıp dolabı açtım ve Karina'nın çiçekli elbisesini alıp Nil'in yanına döndüm. Çiçekli elbiseye bakarken ellerini ağzına koydu. "Niye bana bu elbiseyi hiç veymedin? Çoook güzel."

"Karina'ya almıştım, giymeye hiç zamanı olmadı." Tırtılımın yanağını okşadım. "Bugün bunu giy. Ben... saklamayı çok istiyordum ama sonra benden sana kalan bir hatıra olmasını istedim. Baban seni bu elbisenin içinde görsün."

"Babam bana bayılıy!" Hevesli şekilde elbiseye uzandı. "Saçlayımı da tarayalım mı? Güzel olurum."

"Sanki değilsin tırtılım."

Utana utana ellerini yüzüne kapatınca parmaklarının altından görünen kırmızı yanaklarına güldüm. "Bak, nasıl da şirin utanıyor."

"Ya Kaymen!"

Elbiseyi ona uzattım. "Ben arkamı döneyim, sen giyin."

Heyecanla üstünü çıkarmaya başladığında arkamı döndüm. Giyinik olmadığında utanıyordu, üstelik onun mahremiyetine saygım olacak kadar haysiyetim de kalmıştı.

Birkaç dakika sonra, "Giyindim," dediğinde arkama dönüp baktım güzelime. Elbisedeki çiçekler bizzat beyaz teninin üzerinde gibiydi. Bir de nazlı bazlı elbisenin eteklerini tutup dönmesi yok mu... "Aynadan kendine bakayım mı Kaymen?"

"Bak aşkım." Onu aynanın önüne götürünce yansımasına gözlerini büyüttü. "Çok güzel olmuşum."

"Seni çok üzüp çok ağlattım. En azından ayrılırken gülümsüyorsun. Bu elbise de benim güzelimden, tırtılıma bir hediye olsun."

"Kayina kızar mı? Onun elbisesi ya?"

"Kızmaz. Onun çok güzel bir kalbi var."

Kucağımdan inip etrafında dönmeye devam edince aklıma sonsuza kadar kapatacağım bu görüntüyü bir süre daha izledim. Sonra odaya dönüp gelirken getirdiğimiz çantaları yatağının altından çıkardım, kıyafetleri içine koymaya başladım. Odayı toparladıktan sonra banyoya geçtim, kişisel eşyaları da alıp çantaya attım. Burada bize ait hiçbir şeyin kalmasını istemiyordum. Zaten yalnızca kıyafetlerimiz vardı, onları da hemen toplamıştım. Ah, bir de Deren'in parası vardı, o para dolu çantayı da almalıydım.

"Kaymen, Kayina'nın fotoğrafı da alabilir miyim?"

Bana çerçeveyi göstererek önüme gelince reddedeceğimden yana üzüntü duyarak başımı olumsuz manada salladım. "Götüremezsin, baban bu fotoğrafı görmemeli. Unuttun mu, babana benden ve Karina'dan bahsetmeyeceksin."

Biraz üzülerek fotoğrafı bana uzattı. "Peki amoye mi."

Telaffuzunun tatlılığına gülüp fotoğrafı da çantanın içine koydum. "Babaya benden, Karina'dan, Gece ve Yaman'dan asla bahsetmeyeceksin.”

"Atıma?" dedi gülerek ve ben gözlerimi kısınca kıkırdayıp karnımdan öptü. "Şaka şaka!"

Odaya son kez göz atıp evi geldiğimizdeki gibi bırakmak için biraz daha düzelttim ve çantayı odanın köşesine koydum. Bu kıyafetleri evime götürüp bırakacaktım, yanıma yalnız Karina'nın kıyafetlerini alacaktım. 

Geride yeterince fazla şey bırakıyordum, onun kıyafetlerini bırakamazdım. 

Mezarı burada kalacaktı, kimse sulamayacaktı.

Çıkıp yandaki odaya girdim ve Gece siyah bir kapüşonlu giyerken endişeyle yanına gittim. "Karina'nın mezarının yerini hatırlıyorsun değil mi?"

Ansızın beliren sorum karşısında afalladı. "Hatırlıyorum, kaç kez seni oradan aldım."

"Ben yokken sen gider misin? Mezarına çiçekler ekersin, su dökersin, temizlersin.”

"Yaparım tabi. Haftada bir mutlaka ziyaret eder temizlerim, çiçek de ekerim." O an kalbime dokunulan sayılı anlardan birisinin içindeydim.

"Teşekkür ederim," diyerek boynuna atlayıp sıkıca kucakladım onu. Gece'ye güveniyordum, sözünü yerine getirecekti.

O giyinmeye devam ettiğinde odadan çıkıp tırtılımla aşağıya indim. Noah ile Yaman karşılıkla oturmuştu, abim sert gözlerle ona bakıyorken Yaman yeni bir telefona kart takıyordu. O sırada Nil arkamdan merdivenleri inerek önüme geçince düşmesin diye arkasından takip ettim. Oturma odasına inip Noahla Yaman'a baktı ve kendi etrafında döndü. "Nasıl olmuşum?"

Yaman kafasını kaldırıp şok olmuş gibi Nil'e bakarken, Noah'da ne konuşulduğunu anlamadığı için kaş çattı. "Bayılacağım şimdi şuraya," dedi Yaman abartarak. "Bu kadar güzel olunur mu? Bak, şuraya bayılıyorum."

Nil'in yanakları hemen pembeleşti, nazlı nazlı, "Yamaaan," dedi ve sonra aniden kaş çattı, yanıma yürüdü. "Sen Gece'yi öptün, küsüm."

Her kelimesi, her ifadesi beni hüzünlendiriyordu. Belki de geçirdiğimiz son dakikalar olduğu içindi.

Kucağıma alıp koltuğa oturdum ve saçlarını okşarken dakikalar geçirdim. Sürekli konuşuyordu, eli kolu bir saniye olsun durmuyordu. Onu tanıdığımdan beri en çok gülümsediği gündü. Merak ediyordum, babasını gördüğü an yüzünde oluşacak o duyguyu. Ya da Deren'in onu gördüğündeki duygularını...

Ama göremeyecektim. Aynı anda iki yerde olamazdım.

Gece hazır şekilde aşağıya indiğinde gitme vaktinin geldiğini derinimde hissettim. Noah'a dönerek İtalyan'ca, "Nil'i ailesine verip döneceğim, sonra da gideriz," dedim.

"Dün geceki gibi yapmayacağını nereden bileceğim?"

"Noah dönmekten başka çarem yok. Hava kararmadan dönmüş olacağım."

Bir şeyler çevirdiğimi sezmiş halde yüzüme kadar yaklaşıp gözlerime bakınca hemen uzaklaşıp doğruldum. "Siz hazır mısınız? Çıkalım mı?"

Yaman koltuktan doğrulunca ceketinin köşesini kaldırdı ve silahını kontrol etti. "Evet, tamamız."

Gece de yumruklarını sıkıp gevşeterek, "Hazırım," dedi.

Eğilim Nil'i kucağıma aldım. "Sen hazır mısın tırtılım?"

Gözlerinde onun bile fark etmediği mutluluk gözyaşları birikti. "En çok ben hazıyım."

"Gece ile Yaman seni bir eve götürecekler, baban da seni oradan alacak."

"Hemen gelsin," dedi.

Noah'a gülümseyerek baktıktan sonra arkamı döndüm ve kucağımda Nille dışarıya çıktım. Gece ile Yaman arkamdan gelirken evden ayrıldım. Noah kapıya kadar gelip bizi izlerken, Yaman'ın arabasının arka koltuğuna Gece ile oturduk. Aramıza da Nil'i aldık. Yaman arabayı kullanmaya başlarken Noah verandadan beni gözlüyordu.

“Yol üzerinden benzin almalıyız,” dedim Yaman’la göz teması kurarken. “Oradaki aracın benzini yok.”

“Alırız,” dedi. “

Yazlıktan uzaklaşırken arabada konuşan tek kişi Nil'di. Ben ve Yaman sakinliğimizi korumaya çalışırken Gece sürekli kıpırdayış içinde ellerini ovuyordu. Nil'in kumral saçlarından elimi çekemedim, araba ayrılacağımız yere geldiğinde de kalbimdeki sancıyı uyuşan ellerimde hissettim.

Geçen gün sokağın kenarına park ettiğim arabama gitmeden önce Nil'e döndüm. Bu diğerlerini de son görüşümdü. Tırtılımın elbisesini düzeltip saçlarını omuzundan aşağıya bıraktım. Mavi gözlerine son kez bakışımda bana böyle güleceklerini tahmin edemezdim. Ama iyi ki böyleydi, Nil'i parlayan gözleriyle hatırlamak daha kolaydı. Ben kocaman bir galaksiyi kızımın gözlerinde bulup kaybetmiştim, bir güneş ışığını da Nil'in bakışlarında. 

Boğuklaşan sesimle, "Gün ışığı gözlerini hiç terk etmesin," dedim, o ne dediğimi anlamıyor olsa da. "Biraz geciktiği için babana hiç kızma olur mu? Ona hep gülümse, ancak o zaman kendine gelir."

Cümle içinde babasının geçmesi hemen baş sallayıp gülümsemesine yetti.

"Beni affet ve unut olur mu?" dedim bu kez.

Neden olduğunu bile bilmeden, "Affettim," dedi.

Affedilmemek mi daha ağır yoksa affedilmek mi?

Dudaklarımı yanağına koyup ona veda öpücüğü verdim. "Seni seviyorum Nil."

"Ben de seni Kaymen."

Başımı kaldırınca Gece'nin dolan gözleriyle karşılaştım ve bu kez uzanıp onun yanağını okşadım. Yaklaşıp sarıldığımda hıçkırarak kollarını etrafıma doladı ve korkuyla, "Lütfen dikkat et," dedi. "Ölme, n'olursun."

Gece'yi kendimden bile beklemediğim kadar sıkı kucaklayıp yanağından öptüm. "Sakın kimseye hiçbir şey anlatma. Nil'i siz almadınız, ben aldım. Hiçbir suçunuz yok."

Burnunu çeke çeke uzaklaşırken ellerini yüzüne kapattı ve Nil onun ağlamasına üzülmüş şekilde koluna dokundu. "Niye ağlıyoysun? Zaten Yaman'da senin olacak."

Bu Gece'yi ağlarken gülümsetti ve benim gözlerim şoför koltuğundan bizi izleyen Yaman'ı buldu. Hayatını, geçmişten beri böyle idame ettirdiği için yaptıklarımızı kolaymış gibi karşılamıştı ama sonuçta yolun sonuna beraber geldiğimiz için ona da minnet borcum vardı. "Yanımızda olduğun ve sadık kaldığın için teşekkür ederim."

"Rica ederim," dedi. "Benim için eğlenceydi."

Ne şüphe...

Üçüne de son kez bakıp aracın kapısını açtım. Bir daha da bakmamaya çalışıp arkamı döndüğüm gibi park halindeki arabama ilerledim. Beraberinde bacaklarımda bir zincir ağırlığını da taşıdığımı hissederek arabama ulaştığımda kapıyı açacaktım ki, Gece'nin sesinden ismim döküldü. "Karmen!"

Arkama baktım ve bana koşup kollarım arasına girdiğinde hızlı sarılışıyla arkaya düştüm. Ellerim zor güç onu tuttu ve Gece hıçkırarak kollarını boynuma sardı. "İyi ki o gün odama kadar gelmişsin de arkadaş olmuşuz. Seni çok seviyorum."

"Arabaya git," dedim gözyaşlarına değmediğime üzülerek.

Burnumda içli bir nefes verip hıçkırdı ve uzaklaşıp kafasını salladıktan sonra yüzünü silerek arkasını döndü. Ağlaya ağlaya arabaya ilerleyişi izledim ve kapısını açıp otururken, "Ben de seni seviyorum," dedim duyduğundan emin olarak. Sonra arabama binip ona bir daha hiç bakmamaya çalıştım. Zayıf düşmek için vaktim yoktu ve sevdiğim insanlar beni zayıf düşürüyordu.

Arabamı sürüp uzaklaştım, doğrudan Feda'yı bıraktığım yere sürdüm. Aklım, kalbim bambaşka yerlerdeyken bedenim yalnızca otomatik hareketlerle sıraya koyduğum şeyleri yapıyordu.

Feda'yı tuttuğum yere ulaştım ve katları çıkarken sürekli nefesim kesildi. Panik yüzünden ellerim buz gibiydi, vücuduma basan sıcaklık çok çabuk şekilde soğuyordu. Kaldığı koğuşun önünde durup onu tiksinti duygusuyla yüz buruşturdum ve kapıyı açıp da içeriye girince... daha soğuk bir şokla sersemledim.

Feda yoktu.

"Nasıl olur..." içeriye girip kendi etrafımda şaşkınca döndüm ve sonra hızla yukarıya çıktım, üst kata, koğuşlara, koridorlara baktım. "Feda? Neredesin Allah'ın cezası?"

Hiçbir yerde göremeyince tekrar onu bıraktığım koğuşa indim, içeriye girip iz aradım. Elleri ve ayakları bağlıyken uzaklaşmış olamazdı. Üstelik yaralıydı, onu bıçaklamış, parmaklarını kırmıştım. Yalnız başına ayrılmış olması imkânsızdı, bu durumda geriye tek ihtimal kalıyordu.

Derya.

Fakat bunu yapması için sebebi yoktu. Daha dün akşam o da hastanede bunun bitmesini istediğini söylemişti. Üstelik ben ondan alacaklıydım, son oyunu bana karşı kendisi oynamıştı.

Telefonumu çıkaracakken elimde titrediğini hissettim, ekrana baktım. Aramanın Deren'den olduğunu görünce açmamaya çalıştım, Derya'yı aramak için kapatmasını bekledim ama uzun uzun çaldırdığı için zorunda kalarak açtım. "Deren?"

"Karmen, yaralandım..."

Bunu duyduğumda önceliğim hızla değişti ve yarayı nasıl aldığıyla ilgisi sayısız ihtimal gözümün önünden geçti. "Yaralandın mı? Nasıl olur... Nasılsın? Ne yarası bu?"

"Sırtımdan," dedi, sesi cansızdı. "Bıçak yarası."

Koğuşa sırt çevirdim ve koşarak çıktım. "Canın çok yanıyor mu?" diye sordum. "Yarayı tam olarak nerende hissediyorsun? Araba kullanıyorsan kenara çek ve derhal ambulans ara."

Etrafımı görmeden, farkında olmadan dışarıya çıkıp arabama atlarken, "Deren?" diye bağırdım adını.

"Canım çok yanıyor," dedi ve ardından boğuluyormuş gibi sesler gelince elimi direksiyona koyup, "Neredesin?" diye sordum. "Eğer elini sırtına uzatabiliyorsan uzatıp kanı yavaşlatmak için bir şey bastır, ben yanına geleceğim. Nerede olduğunu söyle."

"Geçen gün... Edip'in bizi çağırdığı yerdeyim."

"Tamam canım, ben şimdi geliyorum. Aramayı kapatıp ambulansı ara, benden daha hızlı gelir." 

Boğuk inlemesini duydum ve korku bir çığ gibi kalbime yuvarlanınca, daha da fenası oldu; hat tamamen koptu. Buna inanamayarak, "Deren?" diye seslendim ama karşılık aramayınca telefonu çekip yan koltuğa fırlattım. "Kahretsin ya orada ne işi var ki! Edip Akşın mı çağırıp yaptı yoksa bunu? Sırası mıydı ya! Feda da ortalıkta yok, kim aldı o aptalı!"

Ellerimi sinir ve acıyla direksiyona indirip aracımı kullanmaya başlarken çok hızlı şekilde düşünmeye başladım. Ne olursa olsun ilk önce Deren'in yanına gidecektim, onun yarasına bakacaktım. Sonra da Feda'yı bulmak için Derya'yı sıkıştıracaktım.

Trafikte delicesine ilerlerken gözlerimin kenarlarından ıslaklığın düştüğünü hissettim. Sinirlerim bozulduğu ama en çok da Deren yaralandığı için böyle hissediyordum.

Gaza yüklenirken telefonumun titrediğini hissedip direkt yan koltuğa elimi altım ve telefonu çevirince arayanın Deren değil de Utku olduğunu gördüm. Şimdi ona bakamazdım, başımda yeterince dert vardı ama... Kahretsin ya, bir şeyden endişe etmese beni aramazdı ki. Utku beni her aradığında bir şey olmuştu.

Aramayı açtım. "Araba kullanıyorum, acil mi?"

"Abim seninle mi?" Sesi meraklıydı. "Telefonu çalıyor olmasına rağmen açmıyor. Emniyetten aradılar, ona ulaşmam lazım."

Emniyete nasıl yalan bir haber düşmüş de aramışlardı acaba. “Abinin yanına gidiyorum," dedim.

"Yaa," dedi biraz rahatlayarak. "Benim aramalarımı neden açmıyor? Sorun mu var?"

"Abin... yaralanmış," diye itiraf ettim. "Ama biraz önce konuştuk, sorun yok. Yanına gittiğimde tedavi ederim, hiçbir şeyi kalmaz."

Şaşkın soluğu beraberinde sessizlik getirdi ve sonra öfkeyle, "Nerede?" diye sordu.

"Utku, gerçekten gelmene gerek..."

"Abimin yerini söyle.”

Telefonu kapatmadan önce ona gideceğim yeri söyledim ve sonra hızlanıp kilometrelerce yolu kat ettim. Onun bahsettiği yere ulaştığımda da arabayı biraz arada, görünmeyecek yerde bırakarak dışarıya çıktım. Onu kim veya kimler yaraladıysa hâlâ içeride, etrafta olabilirdi. Bu yüzden silahımı cebimden çıkararak arkamda tuttum ama Deren tehlikede olduğu için koşmama mâni olmadım; etrafta beni yaralayacak birisi olsa da.

Kapının hafif aralık olduğunu görünce de içeriye girdim ve büyük alanda biraz ilerlediğimde yerdeki beden dikkatimi çekti. Yerdeki o pervasız, iki büklüm duruş yüreğimi yerinden oynattı ve ayaklarım beni iple çekiyormuş gibi oraya koştum. Fakat daha varmadan, tamamen yaklaşmadan adamın uzun saçlarını görüp yadırgadım ve son adımı da atıp biraz eğildiğimde yerde yatanın Deren değil de Feda olduğunu gördüm.

Şoka girip, "Deren?" diye fısıldadım boşluğa.

Bir kalp çarptı ve arkamdan birisi öyle hızlı yaklaştı ki, o kalp benimkisi mi yoksa onunkisi mi anlayamadım. Sırtımın ortasına sert bir şey bastırıldı ve vücudum çok hızlı şekilde arkaya çekilirken, "Sevgilim," dedi Deren. Kolunu, kilitlemek üzere boynuma doladı ve kaburgama yasladığı silahı ruhuma kadar itti. "Biliyordum sevgilim, sırtımdaki bıçak sendin."

BÖLÜM SONU.